(Tekinsiz
Ev, Gölge E-Dergi, 71. Sayı, Ağustos 2013, s. 22-24)
Öğrencilik
yıllarımızda ucuz bir ev arayışındaydık. Okulumuzun bulunduğu semt, şehrin eski
evlerinin ve eski yaşayışlarını muhafaza eden insanların bulunduğu bir yerdi. O
yüzden okula yakın ve ucuz bir ev arıyorduk. Çoğu insan öğrenci olduğumuzu
duyunca ev vermekten vazgeçiyordu. Kendisine haber bıraktığımız emlakçılardan
biri bize geri dönüş yapınca, arkadaşlarla dükkânına gitmiştik. Uzun süredir
kirada bulunan, üç katlı bir ahşap evden bahsedince, üç öğrencinin böyle bir
yerin kirasını karşılayamayacağımızı söylemiştik. Emlakçının söylediği fiyat
piyasanın en düşük fiyatlarının da altında kabul edilebilirdi. Parasal
sıkıntılarımız nedeniyle evi tutmak zorundaydık ancak evi görmeden bir şey
söyleyemeyeceğimiz belirtmiştik.
Ev semtin birkaç sokak yukarısındaydı.
Ahşap evlerin yoğunlukta olduğu,
civarında bir bakkalın ve fırının bulunduğu alelade bir sokaktı.
Kiralayacağımız ev eski olmasına rağmen sağlam görünüyordu. İçini gezdiğimizde
dikkatimizi çeken şey bazı eşyaların da yerli yerinde olmasıydı. Emlakçının
dediğine göre burada uzun süre hiçbir kiracı oturmamıştı. Fiyatının uygunluğu
nedeniyle evi tutmuştuk. Kaldığımız yurttan birkaç parça eşyamızı getirip,
ikinci el eşya dükkânlarından da birkaç parça eşya satın alıp kısa sürede eve
yerleşmiştik. Bazen arkadaşlarımızın da bize kalmaya geldiği, herkesin kendi
odası hatta neredeyse kendi katı olduğundan oldukça rahattı.
Ancak evin bu kadar uzun süre boş
kalmasının nedenlerini öğrendiğimizde ve gece yaşadığımız bazı şeylere garip
olaylar gözüyle bakmaya başladığımızda ev bizim için esaslı bir kâbus kaynağı
haline gelmişti. Gündüz vakti hiçbir çekincesi yoktu. Bahçesinde kahvaltı
yapabileceğiniz, sınıfça sofasında toplanıp saatlerce geyik çevirebileceğiniz,
bir öğrencinin yaşayabileceği en iyi evlerden biriydi. Fakat gece olup herkes
odasına çekilince yaşananlardan ötürü hepimizin neredeyse aynı odada kalmaya
başlayacağı dehşetengiz şeyler yaşıyorduk.
Normal şartlar altında bu tip
olayları sınav stresine, psikolojik sorunlara bağlayabilirdik. Sonuçta hepimiz
üniversite eğitimi alan mantıklı insanlardık. Ancak mahallenin ahalisiyle tek
tük konuşmalarımızda eve dair duyduğumuz şeyler, bu garip olayları yaşamamızdan
çok sonrasına denk gelmişti. Yani psikolojilerimizin durduk yere sorun
çıkarması söz konusu olamazdı. Mahalle insanları tarafından çoktan “perili”,
“cinli”, “tekinsiz”, “sahipli” diye mimlenmiş bir evde yaşıyorduk ve bunu
sonrada öğrenmiştik. Mahalledeki bakkalın, fırının ve oradakilerin anlattığı
bir nice şey sinirlerimizi daha da harap etmişti. Geceleri evden gelen bizim de
işittiğimiz çocuk ağlaması seslerini, sanki biri yürüyormuş gibi duyulan ayak
seslerini anlatmışlar kimsenin evin yanından gündüz vakti bile geçmeye cesaret
edemeyeceğini söylemişlerdi.
Sinirlerimizi o denli harap olmuştu
ki gündüz vakti bile ev bizim için kâbuslarımıza kaynaklık etmekteydi. Bizimle
kalmaya gelenler bile bir gece geçirdikten sonra bir daha gelmek
istemiyorlardı. Ancak sonradan öyle bir şey yaşadık ki, o olaydan sonra sadece
çocuk ağlamalarına ve ayak seslerine razı olabilirdik. Bir gece vakti lavaboya
gitmek için odadan çıktığımda merdivenlerde ayak sesleri duyduğumda arkadaşlarımdan
biri sanmıştım. Dört buçuk-beş yaşlarında gösteren, gözleri kuyu dibi misali karanlık
küçük bir kız çocuğunu gördüğümde yaşadığım dehşeti ve korkuyu tarif etmem
mümkün değil.
O olaydan sonra evdekiler yaşadığımız
onca şeye rağmen bana inanmamışlardı. Ta ki bir gece vakti, ezkaza evde yatıya
kalan bir arkadaşımız da benzeri bir varlıkla göz göze gelip korkudan fenalık
geçirinceye kadar... Dua etmemiz bile fayda etmiyordu, geceleri o şeye
rastlamamak için çok zorlamadıkça odalarımızdan çıkmıyor, çıkacaksak da topluca
gelip gidiyorduk.
Sonunda arkadaşlarımızdan birinin önerisiyle şehrin
kenar mahallelerinden birinde oturan, medyumluk yaparak ölü ruhlarla
konuşabildiği söylenen bir falcı kadınla irtibata geçmiştik. Yanına
gittiğimizde daha biz hiçbir şey anlatmadan kadın bana bakarak ölü birinin
gözlerine baktığımı söylemişti. Yaşadıklarımızdan bahsedince bize evin bir hayalet
tarafından sahiplenildiğini, ruhunun huzura kavuşmadıkça evden ayrılmayacağını
söylemişti. En garibi ise para kabul etmemişti. Bana bakarak hayaletin hüznünü
üzerimde taşıdığını söylemişti. Hayaletin bazı insanlara görünmesinin ve yardım
istemelerinin nedeninin bazı insanların bu tip varlıkları görebilecek bir
yaratılışta olmasına bağlamaktaydı.
Eve geldiğimizde içerideki hayaletin
varlığını hissedebildiğini söylemişti. Ancak bazı şeylere ihtiyacı vardı. Evde
eskiden yaşamış olan insanlara ait eşyaları görmeliydi. Böylece onların
üzerindeki tesiri okuyarak hayaletin isteğini yerine getirmeye çalışacaktı. En
azından neden huzur bulamayıp orada kaldığını öğrenecekti. Tavan arasına çıkıp
bazı sandıkları ve eski eşyaları karıştırdığımızda kadın güvelerin delik deşik
ettiği rengi soluk bir çocuk entarisi görüp eline almıştı. Bir anda transa
geçmiş, gözleri adeta bembeyaz olmuştu. Daha sonra diğer eşyalara da dokunmuş
ve konuşmaya başlamıştı. Sesinde garip bir tını vardı.
Evde çok eskiden yaşayan bir ailenin
babası savaşa gitmiş, orada ölmüştü. Şehrin düşman işgali sırasında evde
çocuğuyla tek başına yaşamakta olan kadın her ekmek almaya gidişinde çocuğunu
evde saklayıp kesinlikle dışarı çıkmamasını öğütlemiş, fırına öyle gidip
gelmişti. Ancak bir gün fırına gittiği zaman sokaktayken bir nedenden dolayı
öldürülmüş ve evine dönememişti. Çocuğunun evde annesini bekleyerek geceler
boyu saklandığını ve sonunda öldüğünü söylüyordu. Çocuğun kemiklerini bulup
gömmeden huzur bulamayacağını da…
Kadının ardından kömürlüğe inmiştik.
Çocuğu oraya saklamıştı annesi ki hakikaten orada bulduğumuz küflü bir bez
bebek, falcı kadının onu eline almasıyla bir rehber olmuştu. Çocuk bahçeye
çıkmış, bahçede saklanmış bir süre, evin her odasında annesi gelene kadar
saklanmış. Gece annesi gelir diye evde dolaşıp annesini aramaktaymış.
En son kemiklerin varlığını
hissettiğini söylemişti. Yatağımın hemen yanındaki duvarı işaret etmişti.
Yatağı bir kenara çekip duvar kâğıdını yırttığımızda yatağımla hemen hemen aynı
seviyede, ahşap bir bölmenin kapaklarına denk gelmiştik. Evi bir ara
düzenleyenler dolapları hiç karıştırmadan sadece duvar kâğıdı çekerek öyle
yaşayıp gitmiş olmalıydı.
Bölmeyi açtığımızda dolabın içinde
kıvrılıp uyumuş olan bir çocuğun iskeletini görmüştük. Çocuğun son saklandığı
ve ölüp kaldığı yer benim odamdı. Üzerinde elbiseleriyle, çürümüş saçlarıyla bu
küçük kız çocuğunun iskeletiyle geceler boyu aynı odada yan yana uyumanın
dehşetini öğrendiğimde sinirlerim harap olmuştu. Oracıkta büyük bir şok geçirip
bayılmıştım.
Şimdi
ise bir tımarhanedeyim. Sinir tedavisi görüyorum. Bana söylemiyorlar ama galiba
beni deli zannediyorlar. En azından bir süre burada kalmalıymışım. O lanetli
evde şimdi çok uzaktayım. Ama maalesef bulunduğum yerin hayaletli olması
gerçeğini değiştirmiyor. Yanımdaki yatakta yıllar önce intihar etmiş bir
delinin hayaletinin musallat olduğu ben, artık ömrümü ölülerin aleminde
geçiriyorum. Ta ki bir gün ölüp onların alemine karışıncaya dek…
SON
Mehmet Berk YALTIRIK
10 Haziran 2013 - İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder