25 Temmuz 2014 Cuma

Tekinsiz Ev

(Tekinsiz Ev, Gölge E-Dergi, 71. Sayı, Ağustos 2013, s. 22-24)

           Öğrencilik yıllarımızda ucuz bir ev arayışındaydık. Okulumuzun bulunduğu semt, şehrin eski evlerinin ve eski yaşayışlarını muhafaza eden insanların bulunduğu bir yerdi. O yüzden okula yakın ve ucuz bir ev arıyorduk. Çoğu insan öğrenci olduğumuzu duyunca ev vermekten vazgeçiyordu. Kendisine haber bıraktığımız emlakçılardan biri bize geri dönüş yapınca, arkadaşlarla dükkânına gitmiştik. Uzun süredir kirada bulunan, üç katlı bir ahşap evden bahsedince, üç öğrencinin böyle bir yerin kirasını karşılayamayacağımızı söylemiştik. Emlakçının söylediği fiyat piyasanın en düşük fiyatlarının da altında kabul edilebilirdi. Parasal sıkıntılarımız nedeniyle evi tutmak zorundaydık ancak evi görmeden bir şey söyleyemeyeceğimiz belirtmiştik.

            Ev semtin birkaç sokak yukarısındaydı. Ahşap evlerin yoğunlukta olduğu,  civarında bir bakkalın ve fırının bulunduğu alelade bir sokaktı. Kiralayacağımız ev eski olmasına rağmen sağlam görünüyordu. İçini gezdiğimizde dikkatimizi çeken şey bazı eşyaların da yerli yerinde olmasıydı. Emlakçının dediğine göre burada uzun süre hiçbir kiracı oturmamıştı. Fiyatının uygunluğu nedeniyle evi tutmuştuk. Kaldığımız yurttan birkaç parça eşyamızı getirip, ikinci el eşya dükkânlarından da birkaç parça eşya satın alıp kısa sürede eve yerleşmiştik. Bazen arkadaşlarımızın da bize kalmaya geldiği, herkesin kendi odası hatta neredeyse kendi katı olduğundan oldukça rahattı.

            Ancak evin bu kadar uzun süre boş kalmasının nedenlerini öğrendiğimizde ve gece yaşadığımız bazı şeylere garip olaylar gözüyle bakmaya başladığımızda ev bizim için esaslı bir kâbus kaynağı haline gelmişti. Gündüz vakti hiçbir çekincesi yoktu. Bahçesinde kahvaltı yapabileceğiniz, sınıfça sofasında toplanıp saatlerce geyik çevirebileceğiniz, bir öğrencinin yaşayabileceği en iyi evlerden biriydi. Fakat gece olup herkes odasına çekilince yaşananlardan ötürü hepimizin neredeyse aynı odada kalmaya başlayacağı dehşetengiz şeyler yaşıyorduk.

            Normal şartlar altında bu tip olayları sınav stresine, psikolojik sorunlara bağlayabilirdik. Sonuçta hepimiz üniversite eğitimi alan mantıklı insanlardık. Ancak mahallenin ahalisiyle tek tük konuşmalarımızda eve dair duyduğumuz şeyler, bu garip olayları yaşamamızdan çok sonrasına denk gelmişti. Yani psikolojilerimizin durduk yere sorun çıkarması söz konusu olamazdı. Mahalle insanları tarafından çoktan “perili”, “cinli”, “tekinsiz”, “sahipli” diye mimlenmiş bir evde yaşıyorduk ve bunu sonrada öğrenmiştik. Mahalledeki bakkalın, fırının ve oradakilerin anlattığı bir nice şey sinirlerimizi daha da harap etmişti. Geceleri evden gelen bizim de işittiğimiz çocuk ağlaması seslerini, sanki biri yürüyormuş gibi duyulan ayak seslerini anlatmışlar kimsenin evin yanından gündüz vakti bile geçmeye cesaret edemeyeceğini söylemişlerdi.

            Sinirlerimizi o denli harap olmuştu ki gündüz vakti bile ev bizim için kâbuslarımıza kaynaklık etmekteydi. Bizimle kalmaya gelenler bile bir gece geçirdikten sonra bir daha gelmek istemiyorlardı. Ancak sonradan öyle bir şey yaşadık ki, o olaydan sonra sadece çocuk ağlamalarına ve ayak seslerine razı olabilirdik. Bir gece vakti lavaboya gitmek için odadan çıktığımda merdivenlerde ayak sesleri duyduğumda arkadaşlarımdan biri sanmıştım. Dört buçuk-beş yaşlarında gösteren, gözleri kuyu dibi misali karanlık küçük bir kız çocuğunu gördüğümde yaşadığım dehşeti ve korkuyu tarif etmem mümkün değil.

            O olaydan sonra evdekiler yaşadığımız onca şeye rağmen bana inanmamışlardı. Ta ki bir gece vakti, ezkaza evde yatıya kalan bir arkadaşımız da benzeri bir varlıkla göz göze gelip korkudan fenalık geçirinceye kadar... Dua etmemiz bile fayda etmiyordu, geceleri o şeye rastlamamak için çok zorlamadıkça odalarımızdan çıkmıyor, çıkacaksak da topluca gelip gidiyorduk.

Sonunda arkadaşlarımızdan birinin önerisiyle şehrin kenar mahallelerinden birinde oturan, medyumluk yaparak ölü ruhlarla konuşabildiği söylenen bir falcı kadınla irtibata geçmiştik. Yanına gittiğimizde daha biz hiçbir şey anlatmadan kadın bana bakarak ölü birinin gözlerine baktığımı söylemişti. Yaşadıklarımızdan bahsedince bize evin bir hayalet tarafından sahiplenildiğini, ruhunun huzura kavuşmadıkça evden ayrılmayacağını söylemişti. En garibi ise para kabul etmemişti. Bana bakarak hayaletin hüznünü üzerimde taşıdığını söylemişti. Hayaletin bazı insanlara görünmesinin ve yardım istemelerinin nedeninin bazı insanların bu tip varlıkları görebilecek bir yaratılışta olmasına bağlamaktaydı.

            Eve geldiğimizde içerideki hayaletin varlığını hissedebildiğini söylemişti. Ancak bazı şeylere ihtiyacı vardı. Evde eskiden yaşamış olan insanlara ait eşyaları görmeliydi. Böylece onların üzerindeki tesiri okuyarak hayaletin isteğini yerine getirmeye çalışacaktı. En azından neden huzur bulamayıp orada kaldığını öğrenecekti. Tavan arasına çıkıp bazı sandıkları ve eski eşyaları karıştırdığımızda kadın güvelerin delik deşik ettiği rengi soluk bir çocuk entarisi görüp eline almıştı. Bir anda transa geçmiş, gözleri adeta bembeyaz olmuştu. Daha sonra diğer eşyalara da dokunmuş ve konuşmaya başlamıştı. Sesinde garip bir tını vardı.

            Evde çok eskiden yaşayan bir ailenin babası savaşa gitmiş, orada ölmüştü. Şehrin düşman işgali sırasında evde çocuğuyla tek başına yaşamakta olan kadın her ekmek almaya gidişinde çocuğunu evde saklayıp kesinlikle dışarı çıkmamasını öğütlemiş, fırına öyle gidip gelmişti. Ancak bir gün fırına gittiği zaman sokaktayken bir nedenden dolayı öldürülmüş ve evine dönememişti. Çocuğunun evde annesini bekleyerek geceler boyu saklandığını ve sonunda öldüğünü söylüyordu. Çocuğun kemiklerini bulup gömmeden huzur bulamayacağını da…

            Kadının ardından kömürlüğe inmiştik. Çocuğu oraya saklamıştı annesi ki hakikaten orada bulduğumuz küflü bir bez bebek, falcı kadının onu eline almasıyla bir rehber olmuştu. Çocuk bahçeye çıkmış, bahçede saklanmış bir süre, evin her odasında annesi gelene kadar saklanmış. Gece annesi gelir diye evde dolaşıp annesini aramaktaymış.

            En son kemiklerin varlığını hissettiğini söylemişti. Yatağımın hemen yanındaki duvarı işaret etmişti. Yatağı bir kenara çekip duvar kâğıdını yırttığımızda yatağımla hemen hemen aynı seviyede, ahşap bir bölmenin kapaklarına denk gelmiştik. Evi bir ara düzenleyenler dolapları hiç karıştırmadan sadece duvar kâğıdı çekerek öyle yaşayıp gitmiş olmalıydı.

            Bölmeyi açtığımızda dolabın içinde kıvrılıp uyumuş olan bir çocuğun iskeletini görmüştük. Çocuğun son saklandığı ve ölüp kaldığı yer benim odamdı. Üzerinde elbiseleriyle, çürümüş saçlarıyla bu küçük kız çocuğunun iskeletiyle geceler boyu aynı odada yan yana uyumanın dehşetini öğrendiğimde sinirlerim harap olmuştu. Oracıkta büyük bir şok geçirip bayılmıştım.

            Şimdi ise bir tımarhanedeyim. Sinir tedavisi görüyorum. Bana söylemiyorlar ama galiba beni deli zannediyorlar. En azından bir süre burada kalmalıymışım. O lanetli evde şimdi çok uzaktayım. Ama maalesef bulunduğum yerin hayaletli olması gerçeğini değiştirmiyor. Yanımdaki yatakta yıllar önce intihar etmiş bir delinin hayaletinin musallat olduğu ben, artık ömrümü ölülerin aleminde geçiriyorum. Ta ki bir gün ölüp onların alemine karışıncaya dek…
SON
Mehmet Berk YALTIRIK
10 Haziran 2013 - İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder