25 Temmuz 2014 Cuma

Kanlı Kavak

(Kanlı Kavak, Gölge E-Dergi, 59.Sayı, Ağustos 2012, s. 7 – 11.)

Yazık oldu Tuğrul bey’e… Kendi etti kendi buldu gerçi.

Olayların evvelinde, kentsel dönüşüm gerekçesiyle vinçlerle yerle bir edilecek sayılı mahallelerden birisine tam tepeden bakan gökdelenin üzerinden aşağıyı seyrediyordu Tuğrul Dağdeviren. Girmediği ihale kalmamış, kabil olsa Babil kulesini yeniden inşa edip fahiş fiyata kiraya verebilecek bu acar müteahhit, şimdi gözlerini ahşap evleriyle, toprak gecekondularla dolu, sokak aralarına sıkışmış sarıklı Osmanlı mezarlıklarıyla bezeli, etrafı göklere eren beton binalarla, sitelerle çevrilmiş bu eski mahalleye dikmişti.

Odasına bir anda giren sekreter, danışman, mühendis, mimar ve bir nice teknisyenin verdikleri haberle öfkeden deliye dönmüştü. Mahallenin bir bölümünde yıkım yapılamıyor, yıkım engelleniyordu. Bu mahalle arazisi için vermediği rüşvet, yapmadığı şantaj kalmamıştı. Mahallenin kabadayıları bile punduna getirilip harcanmış, sivri tipleri birer birer cüzzi miktarda paralarla başka yerlere başka mahallelere yollanmıştı. Direnebilecek hiçbir unsur kalmamışken hedefleriyle arasına giren şey neydi?

Danışmanlarının söylediğine göre tüm mahallelinin evlerini bile savunmazken canları pahasına savundukları bir şey vardı. Ahşap bir evin bahçesindeki tuhaf görünümlü kavak ağacıydı. Ahalinin türbe-yatır tarzı inançları gereği yıkım ekiplerinin kavak ağacına dokunamayacaklarını iddia ediyorlardı. İşin tuhafı ise işçilerin de bu söylentilere inanmasıydı. Greyderlerden birinin nedensiz yere bozulduğu iddia ediliyordu. Bazı işçiler baltalarla ağacı kesmeye kalkışınca tuhaf şekilde hastalanmışlardı. Hedeflerinin önünde dikilen ağacı görmek isteyen Tuğrul Dağdeviren yanında maiyeti olduğu halde mahalleye inerek sorunu kökünden çözmeye karar verdi.

Söz konusu ev artık yıkılmaya yüz tutmuş, iç katları çökeli asır olmuş bir harabeydi. Bahçesinde garip görünüşlü bir kavak ağacından başka hiçbir şey yoktu, mahallelinin koruduğu ağaç buydu. Mahalleye tezat gibi duran kocaman bir kavak ağacı, gövdesinin dibinde köklerinin toprağa girdiği yerde mermerden ufak bir çeşmeye sahipti.

Ağaçla ilgili anlatılanların kökünü kazımak adına mahallenin kahvesine gitmişti maiyetiyle birlikte Tuğrul Dağdeviren. Basit bir ağaçtan ve sefaletlerinden başka dayanakları kalmamış her yaştan insan kendisine baktı. Ağacı keseceğini hatta mahallenin gözü önünde yakacağını bunun için milyonlar harcadığını anlatmaya başladığında kahvenin ihtiyarlarından birisi onu uyardı:

“-O ağaca dokunan iflah olmaz. Gel vazgeç beyim…”
“-Kentsel dönüşüm projesinin parçası bu ne kadar önünde durabilirsiniz? Basit bir hikayeyle yıkımı durdurabileceğinizi mi sanıyorsunuz?”
“-Hikaye değildir beyim, gerçektir. Kimse dokunamaz o kavağa…”
“-Ucuz numara! Çok gördük biz evini yıktırmamak için bahçesine yatır, türbe inşa edenleri!”
“-Beyim bu yatır değildir, evliya değildir. Bunun şerrine bir düşen bir daha kendini bulamaz.”
“-Ne peki? Bir kavak ağacının dibine çeşme yapmışlar diye acayip bir hikaye uydurmuşsunuz buna inanıyorsunuz.”
“-Kanlı Kavak derler o ağaca beyim. Bu ağaç buradan değildir. Bize çok anlatırlardı hikayesini. Çok eski tarihlerde bu Osmanlı mosmanlı zamanlarında Selanik’le Serez arasında cinlerle perilerin etrafında düğün dernek kurduğu bir ağaç bu. Tohumu buradan değildir, Kaf Dağı’nın ardından getirilmedir derler. Ağaca yaklaşan çarpılırmış, kaybolurmuş, kırklara karışırmış. Bu mahallenin eskilerinden bir koca karı deve yüküyle altın saçıp o ağacı söktürüp getirip buraya bahçesine dikmiş. Birine ah eden, birine beddua eden kör şafakta gelir ağacın gövdesindeki çeşmeye anlatırmış. Çok kesmeye, yakmaya kalkan oldu ama hiç biri başaramadı, türlü belalara uğradılar.”
“-Görün bakın yıkıyor muyum yıkmıyor muyum?”

Tuğrul bey’in emriyle greyderlerden biri çalıştırılarak evin bahçesine girildiğinde mahalleliyle birlikte şirket erbabı da olacakları seyretmekteydi. Greyder ağaca yaklaşır yaklaşmaz bozuldu. Tamir edilip tekrar üzerine gittiler kayışı koptu. Tekrar tamir ettiklerinde kullanan operatörün telefonu çaldı, evinde yangın çıktığından koşarak oraya gitti. İkinci operatör makineye binme niyetiyle çıktı. Yerine oturamadan kalp krizi geçirince hastaneye kaldırdılar. Binmeye niyet eden üçüncü operatör de oraya gelirken yolda araba çarpıp yaralınca kimse greydere yanaşamadı.

Tuğrul bey, metafizik bir şeylerin kokusunu almıştı ama para ve iktidarının gücü gözünü kör ettiğinden vazgeçmedi. Telefonlar açıldı, şehrin bir ucundan en pahalı bir başka greyder kiralandı. Yarım saat sonra bir telefon geldi, greyder yolda gelirken tırla çarpışmış, paramparça olmuş.

Daha da hırslandı Tuğrul bey. Emir verdi, şehrin kuzeyinden ormancılar getirildi, baltalarıyla testereleriyle halledeceklerdi. Biri baltayı ayağına düşürüp biri yanlışlıkla kendini kesince bundan da vazgeçildi. Gün akşama dönerken ağacı yakma emri verdi Tuğrul bey. Garibanın biri elinde bidonla yaklaştı, nasıl oldu bilinmez bidonla birlikte alev aldı.

İçindeki hırsın gözünü kararttığı Tuğrul bey baltalardan birini kapıp ağaca kendisi saldırdı. İlk balta darbesinde ağaçtan tok bir ses geldi. Balta gövdeye her inişinde ağaç çıtırdıyor, kanı saçılırcasına kesilen yerlerden siyahımtırak yaban balları damlıyordu. Üstündeki bir nice böcek ve sair kuş onu terk ediyor, ağaç her darbede köklerinde itibaren sallanıyordu. Ağaç devrildiğinde diğer işçilere de cesaret gelmiş, cadılardan kocakarılardan yadigar eve greyderlerle saldırırlarken Tuğrul Bey ile avanesi oradan ayrılmışlardı.

Tuğrul bey, plazasındaki bürosuna dönüp bir kaç imza işini hallettikten sonra garajdaki sayılı ciplerinden binerek başka bir engeli aşmanın getirdiği başarmışlık duygusuyla metreslerinden birini arayarak hazırlanmasını söyledi.

Ukrayna’nın sanayi şehirlerinden kopup gelmiş ve önce Laleli’de ardından Tuğrul bey’in hayatında mühim roller oynamış sayısız kader düşkününden birisiydi Galina. Tuğrul bey, Galina’nın evine yaklaştığı sırada telefonundan yabancı bir numaranın çaldığını görünce merakına yenilerek telefonu açtı. Telefondaki ses oğlunun trafik kazası geçirerek öldüğünü söylüyordu.

Bir nefeste kaza mahalline geldiğinde oğlunun bir kavak ağacına çarparak öldüğünü gördüğünde sinirinden ve üzüntüsünden neredeyse çıldıracak hale gelmişti. O acıyı nasıl kaldıracağını düşünmekteyken bir başka yabancı numaranın telefonunu çaldırmasıyla korku içinde telefonu açtı. Yine yabancı bir ses kızının evinde korkunç bir olayın yaşandığını söylüyordu. Damadı cinnet geçirerek kızını ve torunlarını acımasızca katlettikten sonra sinir krizi geçirerek intihar etmişti. Eşek şakası yapmayı şiar edinmiş birinin densiz şakalarından birisi zannetti. Kızının evine gittiği zaman acıdan ayakta duramaz hale gelmişti. Kendisine tanıdık gelen ve kanlar içinde yatan bedenleri gördüğünde içinde muazzam bir kahrolmuşluk hissi peyda oldu.

Üçüncü bir telefonun kendi canını alacağına dair tuhaf bir düşünceye kapıldı telefonu üçüncü kez çaldığında. Arayan avukatıydı. Karısının eline Galina’yla olan görüntüleri geçmişti. Gizliden bir dava süreci yürümüş ve sonuçlanmıştı. Karısının tüm mal varlığını elinden alabileceğini söylüyordu.

Tuğrul bey’in can damarı paraydı. Onu yitirince acısını kahroluşunu unutarak kuduz köpek gibi mahalleye dalıp ağacın kökünün dikildiği yere geldi. Sabaha kadar bağırıp çağırdı, küfretti, ağaç köklerini tekmeledi. Kimse dokunmadı, ilişmedi. Sabaha karşı cesedini buldular. Gözleri kocaman açılmış, elleriyle boğazını tutmuş bir şekilde Kanlı Kavak’ın dibine uzanmaktaydı.

Yazık oldu Tuğrul Bey’e…
SON                               
Mehmet Berk Yaltırık
29 Haziran 2012 – İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder