(Kanlı
Kavak, Gölge E-Dergi, 59.Sayı, Ağustos 2012, s. 7 – 11.)
Yazık oldu Tuğrul bey’e… Kendi etti kendi buldu gerçi.
Olayların evvelinde, kentsel dönüşüm gerekçesiyle vinçlerle yerle bir
edilecek sayılı mahallelerden birisine tam tepeden bakan gökdelenin üzerinden
aşağıyı seyrediyordu Tuğrul Dağdeviren. Girmediği ihale kalmamış, kabil olsa
Babil kulesini yeniden inşa edip fahiş fiyata kiraya verebilecek bu acar
müteahhit, şimdi gözlerini ahşap evleriyle, toprak gecekondularla dolu, sokak
aralarına sıkışmış sarıklı Osmanlı mezarlıklarıyla bezeli, etrafı göklere eren
beton binalarla, sitelerle çevrilmiş bu eski mahalleye dikmişti.
Odasına bir anda giren sekreter, danışman, mühendis, mimar ve bir nice
teknisyenin verdikleri haberle öfkeden deliye dönmüştü. Mahallenin bir
bölümünde yıkım yapılamıyor, yıkım engelleniyordu. Bu mahalle arazisi için
vermediği rüşvet, yapmadığı şantaj kalmamıştı. Mahallenin kabadayıları bile
punduna getirilip harcanmış, sivri tipleri birer birer cüzzi miktarda paralarla
başka yerlere başka mahallelere yollanmıştı. Direnebilecek hiçbir unsur
kalmamışken hedefleriyle arasına giren şey neydi?
Danışmanlarının söylediğine göre tüm mahallelinin evlerini bile
savunmazken canları pahasına savundukları bir şey vardı. Ahşap bir evin
bahçesindeki tuhaf görünümlü kavak ağacıydı. Ahalinin türbe-yatır tarzı
inançları gereği yıkım ekiplerinin kavak ağacına dokunamayacaklarını iddia
ediyorlardı. İşin tuhafı ise işçilerin de bu söylentilere inanmasıydı.
Greyderlerden birinin nedensiz yere bozulduğu iddia ediliyordu. Bazı işçiler
baltalarla ağacı kesmeye kalkışınca tuhaf şekilde hastalanmışlardı.
Hedeflerinin önünde dikilen ağacı görmek isteyen Tuğrul Dağdeviren yanında
maiyeti olduğu halde mahalleye inerek sorunu kökünden çözmeye karar verdi.
Söz konusu ev artık yıkılmaya yüz tutmuş, iç katları çökeli asır olmuş
bir harabeydi. Bahçesinde garip görünüşlü bir kavak ağacından başka hiçbir şey
yoktu, mahallelinin koruduğu ağaç buydu. Mahalleye tezat gibi duran kocaman bir
kavak ağacı, gövdesinin dibinde köklerinin toprağa girdiği yerde mermerden ufak
bir çeşmeye sahipti.
Ağaçla ilgili anlatılanların kökünü kazımak adına mahallenin kahvesine
gitmişti maiyetiyle birlikte Tuğrul Dağdeviren. Basit bir ağaçtan ve
sefaletlerinden başka dayanakları kalmamış her yaştan insan kendisine baktı.
Ağacı keseceğini hatta mahallenin gözü önünde yakacağını bunun için milyonlar
harcadığını anlatmaya başladığında kahvenin ihtiyarlarından birisi onu uyardı:
“-O ağaca dokunan iflah olmaz. Gel
vazgeç beyim…”
“-Kentsel dönüşüm projesinin
parçası bu ne kadar önünde durabilirsiniz? Basit bir hikayeyle yıkımı
durdurabileceğinizi mi sanıyorsunuz?”
“-Hikaye değildir beyim, gerçektir.
Kimse dokunamaz o kavağa…”
“-Ucuz numara! Çok gördük biz evini
yıktırmamak için bahçesine yatır, türbe inşa edenleri!”
“-Beyim bu yatır değildir, evliya
değildir. Bunun şerrine bir düşen bir daha kendini bulamaz.”
“-Ne peki? Bir kavak ağacının
dibine çeşme yapmışlar diye acayip bir hikaye uydurmuşsunuz buna
inanıyorsunuz.”
“-Kanlı Kavak derler o ağaca beyim.
Bu ağaç buradan değildir. Bize çok anlatırlardı hikayesini. Çok eski tarihlerde
bu Osmanlı mosmanlı zamanlarında Selanik’le Serez arasında cinlerle perilerin
etrafında düğün dernek kurduğu bir ağaç bu. Tohumu buradan değildir, Kaf
Dağı’nın ardından getirilmedir derler. Ağaca yaklaşan çarpılırmış, kaybolurmuş,
kırklara karışırmış. Bu mahallenin eskilerinden bir koca karı deve yüküyle
altın saçıp o ağacı söktürüp getirip buraya bahçesine dikmiş. Birine ah eden,
birine beddua eden kör şafakta gelir ağacın gövdesindeki çeşmeye anlatırmış.
Çok kesmeye, yakmaya kalkan oldu ama hiç biri başaramadı, türlü belalara
uğradılar.”
“-Görün bakın yıkıyor muyum
yıkmıyor muyum?”
Tuğrul bey’in emriyle greyderlerden biri çalıştırılarak evin bahçesine
girildiğinde mahalleliyle birlikte şirket erbabı da olacakları seyretmekteydi.
Greyder ağaca yaklaşır yaklaşmaz bozuldu. Tamir edilip tekrar üzerine gittiler
kayışı koptu. Tekrar tamir ettiklerinde kullanan operatörün telefonu çaldı,
evinde yangın çıktığından koşarak oraya gitti. İkinci operatör makineye binme
niyetiyle çıktı. Yerine oturamadan kalp krizi geçirince hastaneye kaldırdılar.
Binmeye niyet eden üçüncü operatör de oraya gelirken yolda araba çarpıp
yaralınca kimse greydere yanaşamadı.
Tuğrul bey, metafizik bir şeylerin kokusunu almıştı ama para ve
iktidarının gücü gözünü kör ettiğinden vazgeçmedi. Telefonlar açıldı, şehrin
bir ucundan en pahalı bir başka greyder kiralandı. Yarım saat sonra bir telefon
geldi, greyder yolda gelirken tırla çarpışmış, paramparça olmuş.
Daha da hırslandı Tuğrul bey. Emir verdi, şehrin kuzeyinden ormancılar
getirildi, baltalarıyla testereleriyle halledeceklerdi. Biri baltayı ayağına
düşürüp biri yanlışlıkla kendini kesince bundan da vazgeçildi. Gün akşama
dönerken ağacı yakma emri verdi Tuğrul bey. Garibanın biri elinde bidonla
yaklaştı, nasıl oldu bilinmez bidonla birlikte alev aldı.
İçindeki hırsın gözünü kararttığı Tuğrul bey baltalardan birini kapıp
ağaca kendisi saldırdı. İlk balta darbesinde ağaçtan tok bir ses geldi. Balta
gövdeye her inişinde ağaç çıtırdıyor, kanı saçılırcasına kesilen yerlerden
siyahımtırak yaban balları damlıyordu. Üstündeki bir nice böcek ve sair kuş onu
terk ediyor, ağaç her darbede köklerinde itibaren sallanıyordu. Ağaç
devrildiğinde diğer işçilere de cesaret gelmiş, cadılardan kocakarılardan
yadigar eve greyderlerle saldırırlarken Tuğrul Bey ile avanesi oradan
ayrılmışlardı.
Tuğrul bey, plazasındaki bürosuna dönüp bir kaç imza işini hallettikten
sonra garajdaki sayılı ciplerinden binerek başka bir engeli aşmanın getirdiği
başarmışlık duygusuyla metreslerinden birini arayarak hazırlanmasını söyledi.
Ukrayna’nın sanayi şehirlerinden kopup gelmiş ve önce Laleli’de ardından
Tuğrul bey’in hayatında mühim roller oynamış sayısız kader düşkününden
birisiydi Galina. Tuğrul bey, Galina’nın evine yaklaştığı sırada telefonundan
yabancı bir numaranın çaldığını görünce merakına yenilerek telefonu açtı.
Telefondaki ses oğlunun trafik kazası geçirerek öldüğünü söylüyordu.
Bir nefeste kaza mahalline geldiğinde oğlunun bir kavak ağacına çarparak
öldüğünü gördüğünde sinirinden ve üzüntüsünden neredeyse çıldıracak hale
gelmişti. O acıyı nasıl kaldıracağını düşünmekteyken bir başka yabancı
numaranın telefonunu çaldırmasıyla korku içinde telefonu açtı. Yine yabancı bir
ses kızının evinde korkunç bir olayın yaşandığını söylüyordu. Damadı cinnet
geçirerek kızını ve torunlarını acımasızca katlettikten sonra sinir krizi
geçirerek intihar etmişti. Eşek şakası yapmayı şiar edinmiş birinin densiz
şakalarından birisi zannetti. Kızının evine gittiği zaman acıdan ayakta duramaz
hale gelmişti. Kendisine tanıdık gelen ve kanlar içinde yatan bedenleri
gördüğünde içinde muazzam bir kahrolmuşluk hissi peyda oldu.
Üçüncü bir telefonun kendi canını alacağına dair tuhaf bir düşünceye
kapıldı telefonu üçüncü kez çaldığında. Arayan avukatıydı. Karısının eline
Galina’yla olan görüntüleri geçmişti. Gizliden bir dava süreci yürümüş ve
sonuçlanmıştı. Karısının tüm mal varlığını elinden alabileceğini söylüyordu.
Tuğrul bey’in can damarı paraydı. Onu yitirince acısını kahroluşunu
unutarak kuduz köpek gibi mahalleye dalıp ağacın kökünün dikildiği yere geldi.
Sabaha kadar bağırıp çağırdı, küfretti, ağaç köklerini tekmeledi. Kimse
dokunmadı, ilişmedi. Sabaha karşı cesedini buldular. Gözleri kocaman açılmış,
elleriyle boğazını tutmuş bir şekilde Kanlı Kavak’ın dibine uzanmaktaydı.
Yazık oldu Tuğrul Bey’e…
SON
Mehmet Berk Yaltırık
29 Haziran 2012 – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder