(Defineciler
Kazdıkça, Gölge E-Dergi, 75. Sayı, Aralık 2013, s. 23-25)
(H.P. Lovecraft’ın “Duvarlardaki Fareler” adlı
öyküsünden ilham alınarak yazıldı. M.B.Y.)
“Halit abi!
Bizim Avni tövbekar olmuş gördün mü?”
“Hangi
Avni?”
“Senetçi
olan var ya? Hani sağdan soldan topladığı yazılı kağıtları tapu diye taşradan
gelme garibanlara kakalayan?”
“Hadi
oradan be şaşkın Arap! Kırk yıllık Kâni olur mu Yanni? Anadan doğma
dolandırıcının hem de en rezilinin tövbesi mi olurmuş?”
“Vallahi
ben gördüğümü söylerim. Sarıyar’dan Galata’ya Yemen’den gelme kenevirleri
taşırken denk geldim. Rumelihisarı’nın orada türbedarlık ederken gördüm!
Sırtında kerrakesi, başında takkesi, elde tespih gezer olmuş. Selam verdim,
aldı ama tanımazlıktan geldi.”
“Öp
babanın elini! Ulan hangi aklı evvelin işidir bunu türbedar yapmak? Bunu
kapıdan içeri koyacak türbe dünyada var mıdır? Pabuç çalar diye cami avlusuna
bile sokmazlar onu! Altın şamdanlara falan göz dikmiştir kesin!”
“Hisar
tarafında bir göz türbe, köy yollarına yakın. Çatallı Baba mı ne öyle bir
türbe. Bırak şamdanı kırık kandil görsen öp başına koy öyle gariban bir yer.”
“Gör
de inanma! Vardır bir hesabı Avni’nin, bir görünmeli çarıklı şeytana!”
Ta Osmanlı’dan beridir İstanbul’un namlı
dolandırıcısı Eyüplü Halit ile çırağı sayılan Arap lakaplı Abdullah, mütareke
senelerinde türeyen azılı rakipleri Senetçi Avni’den pek hazzetmezlerdi.
Aralarında esnaf ve zanaatkarlara has bir rekabet bulunurdu. Eyüplü Halit o
dönemlerin en namlı dolandırıcısı olarak Galata Kulesi’nden Eminönü Saat
Kulesi’ne dek bir nice yapıyı saf kimselere sattığını söyleyip kakalayarak şan
almış, kadın avcılığına dahi bulaşmıştı. Yardımcısı Abdullah da silahtan tütüne
dek bir nice şeyin kaçakçılığıyla uğraşan, daha ufak işlere bakan bir kimseydi.
Senetçi Avni en başta gariban köylülere tapu kakaladıktan sonra işlerini
büyütüp aleni bir şekilde evleri hanlara güya satmaya başlayıp, hatta kadın
avcılığı işlerine girince aralarında haliyle bir rekabet zuhur etmişti. Senetçi
en sonunda ufaktan kaçakçılık işlerine de bulaşınca iş rekabeti de geçip “bir
çöplükte iki horoz” durumuna gelmişti. Halit ile Abdullah, hazırladıkları bir
dümenle Senetçi’yi İngilizlere enselettirmeyi başarmışlar, ardından adam adeta sırra
kadem basmıştı. İşte birkaç hafta sonra türbedar kılığında zuhur etmesi, iki
eski kulağı kesiği Avni’nin peşinde olduğu dümene dair düşündürmekteydi. Halit
ile Abdullah, bir yerden fayton uydurup Rumelihisarı’na yollandıklarında
maksatları bu dümenin iç yüzünü anlamaktı.
Abdullah’ın yerini tarif ettiği türbenin önüne
geldiklerinde etrafında hiçbir yerleşimin bulunmadığını, taştan yapılma
türbenin yıkık görüntüsüyle önlerinde arzı endam ettiklerini görmüşlerdi.
Faytonun sesini işiten Avni’nin yüzü, dışarıya seğirttiğinde Halit ile
Abdullah’ı karşısında görür görmez haliyle bir karış olmuştu.
“Ulan Senetçi, senin için türbedar dediler. Gözüm
görmeden inanmam dedim Arap tutup getirdi beni!”
“Dalgama taş atma Halit abi! Biz de ekmeğimize
bakıyoruz…”
“Sen ekmek diye değirmen sökecek adamsın ulan
Senetçi. Sen kim türbedarlık kim? Karşına ecinni çıksa günahlarından nedamet
getirmezsin sen be!”
“Halit abi. Ben sana meselenin iç yüzünü ayan ederim
ama bir şartım vardır işime çomak sokmayacaksın. Ben payımı bölüşmeye razıyım
ama gözünü seveyim işi berbat etme! Ben buraya beyhude yere türbedar olmadım
bittabi. Büyük bir define işi var!”
“Tabi. İngiliz gâvurundan paçayı kurtarmak için ona
rüşvet buna rüşvet sıfırı tükettin, şimdi sermaye derdine define muhabbetlerinin
peşine düştün… Ama sanmam. Sen desteksiz iş yapmazsın, Şeytan’a kül yer misin
diye sormuşlar yağlısını istemiş, sendeki de o hesap!”
“Hakiki define Halit abi! Buralarda böyle gavurdan
kalma evleri kazıp çıkaran Frenk âlimlerine denk geldim aylar evvel. Adamlara
rehberlik ediyordum. Bu türbenin temellerini gösterip eski Bizans yapısı falan
dediler. Şimdi düşün bu Bizans eviyse gavur zamanında buraya kesin bir altın
falan saklamıştır.”
“Bu işin sağlamı yok gibi görünür. Sen ne gördün de
define işine türbedar oldun buraya?”
“Abi bizde evel allah oyun çok! Bir garip köylü
kalıyordu burada “Çatallu Baba’nın türbedarıyım” deyince “Bizansla türbe ne
alaka” diyerek hacılara hocalara sordum. Böyle bir evliya yaşamamış, varsa bile
buraya gelmemiş. Demek ki aslı astarı yok? Köylüler burayı evliya mezarı
sanmışlar demek ki. Ben hemen gelip köylüyü köyüne ayran falan almaya gönderip
türbe yalnızken kurcaladım. Sandukanın altında toprak var ama altı boş, sesi
geliyor. Anladım bir bokluk olduğunu. Köylü gelince dümenden namaza yattım,
tövbeler dualar falan adamı kafaladım, türbedarlığa kondum. Köylü de beni saf
bilip yemek falan getirmeye başladılar. Tek başıma kazıyorum iki-üç haftadır.
Azar azar kazıyordum köylü fark etmesin diye şimdiye boşluğa varmışımdır.”
“Ulan hep derim adamda talih olacak talih! Hep
birlikte kazarız, ben gavurdan aracısını da ayarlarım hatta icap ederse
sarrafları da ayarlarım!”
“Anlaştık Halit abi!”
Üçü türbenin içine girdiklerinde ilk etapta hiçbir
şey fark etmemişlerdi, yemek getiren köylülere de ziyaretçi gözüyle
görünmüşlerdi. Ancak gece olup Avni halıları kaldırınca sanduka altındaki geniş
deliği apaçık görmüşlerdi. Böylece bir müddet daha kazdıktan sonra büyükçe bir
mahzen kapağına denk gelmişlerdi. Kapağın etrafını açıp kandillerle aşağıya inince
duvarları çarmıhlarla putlarla süslü bir gavur kilisesini bulduklarını
görmüşlerdi. Yine büyükçe bir kapak tam köşede durmaktaydı. Halit: “Taşrada
gavurdan kalma mezarların böyle bizden sanılması çok olurmuş. Kesin buranın
mahzenidir şu kapak!” deyince orayı da açıp aşağıya inmişlerdi. Bu sefer sağda
solda ta putperestler zamanından cahiliyeden kalma esatiri putlarla dolu bir
odaya denk gelince şaşırmışlardı. Yine bu odanın da bir köşesinde büyükçe bir
mahzen kapağı bulunmaktaydı. Oradan da aşağıya indiklerinde bu sefer büyükçe
bir mağaraya denk geldiklerini ve etraflarında biçimsiz putların durduğunu
görmüşlerdi. Yine burada bulunan büyükçe bir dehliz kapağını açıp indiklerinde
ise daha acayip bir şey görmüşlerdi. Büyükçe bir mağaranın içine yeşil mermerden
büyükçe bir heykel yapılmıştı ancak daha önce hiçbir yerde görmedikleri
cinstendi:
“Tövbe tövbe! Halit abi bu insan mıdır hayvan mıdır?
Kafasında ahtapot, sırtında kanat, sol eli yukarı kalkmış, tövbe estafurullah
ne olmuş?”
“Ya defineyi işaret eder yahut definenin bekçisi
olduğuna işaret eder… Her halükarda burada define vardır! Yoklamalı heykelin
yanını yöresini!”
Adamlar define görebilmek umuduyla etraflarına
bakınıp hiç bir şey bulamamışlardı. Lakin yeşil mermerden bu putun para
getirebileceğini düşünerek dehlizden çıkıp hemen şehirde bulunan Avni’nin
evvelden rehberlik ettiği Frenk alimleriyle irtibata geçmişlerdi. Alimler
heykeli büyük bir gizlilik içerisinde oradan çıkartıp bir gemiye yüklemişler,
kazıya katılanlara da sus payı babından yüklü miktarda para vermişlerdi.
Onlardan sadece bir tek John Gamwell adlı Amerikan asıllı bir paralı asker bu
mevzuyu bir başkasına açmıştı. Mevzuyu yazdığı kişi ta Amerika’da “Cambride
Tribune” adlı dergiyi çıkartan editörlerden olan, kuzeni Edward F. Gamwell’dı
ve heykelin tek bir fotoğrafı da ona gönderilmişti. Sonradan Gamwell bu bilgiye
pek itibar etmeyerek eşine dostuna anlatabileceği hoş ve komik bir anı gözüyle
bakmıştı. Ancak Gamwell’ın karısı Annie Philips’in yeğeni Howard Lovecraft, her
nedense bu fotoğraftan ve mektuptan ziyadesiyle etkilenmişe benzemekteydi.
Mektupta geçen “Çatallu Baba” adı için: “Bu isim gerçekten ilham verici…”
demişti…
SON
Mehmet Berk Yaltırık
10 Kasım 2013 – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder