25 Temmuz 2014 Cuma

Defineciler Kazdıkça

(Defineciler Kazdıkça, Gölge E-Dergi, 75. Sayı, Aralık 2013, s. 23-25)

(H.P. Lovecraft’ın “Duvarlardaki Fareler” adlı öyküsünden ilham alınarak yazıldı. M.B.Y.)

            “Halit abi! Bizim Avni tövbekar olmuş gördün mü?”
            “Hangi Avni?”
            “Senetçi olan var ya? Hani sağdan soldan topladığı yazılı kağıtları tapu diye taşradan gelme garibanlara kakalayan?”
            “Hadi oradan be şaşkın Arap! Kırk yıllık Kâni olur mu Yanni? Anadan doğma dolandırıcının hem de en rezilinin tövbesi mi olurmuş?”
            “Vallahi ben gördüğümü söylerim. Sarıyar’dan Galata’ya Yemen’den gelme kenevirleri taşırken denk geldim. Rumelihisarı’nın orada türbedarlık ederken gördüm! Sırtında kerrakesi, başında takkesi, elde tespih gezer olmuş. Selam verdim, aldı ama tanımazlıktan geldi.”
            “Öp babanın elini! Ulan hangi aklı evvelin işidir bunu türbedar yapmak? Bunu kapıdan içeri koyacak türbe dünyada var mıdır? Pabuç çalar diye cami avlusuna bile sokmazlar onu! Altın şamdanlara falan göz dikmiştir kesin!”
            “Hisar tarafında bir göz türbe, köy yollarına yakın. Çatallı Baba mı ne öyle bir türbe. Bırak şamdanı kırık kandil görsen öp başına koy öyle gariban bir yer.”
            “Gör de inanma! Vardır bir hesabı Avni’nin, bir görünmeli çarıklı şeytana!”

Ta Osmanlı’dan beridir İstanbul’un namlı dolandırıcısı Eyüplü Halit ile çırağı sayılan Arap lakaplı Abdullah, mütareke senelerinde türeyen azılı rakipleri Senetçi Avni’den pek hazzetmezlerdi. Aralarında esnaf ve zanaatkarlara has bir rekabet bulunurdu. Eyüplü Halit o dönemlerin en namlı dolandırıcısı olarak Galata Kulesi’nden Eminönü Saat Kulesi’ne dek bir nice yapıyı saf kimselere sattığını söyleyip kakalayarak şan almış, kadın avcılığına dahi bulaşmıştı. Yardımcısı Abdullah da silahtan tütüne dek bir nice şeyin kaçakçılığıyla uğraşan, daha ufak işlere bakan bir kimseydi. Senetçi Avni en başta gariban köylülere tapu kakaladıktan sonra işlerini büyütüp aleni bir şekilde evleri hanlara güya satmaya başlayıp, hatta kadın avcılığı işlerine girince aralarında haliyle bir rekabet zuhur etmişti. Senetçi en sonunda ufaktan kaçakçılık işlerine de bulaşınca iş rekabeti de geçip “bir çöplükte iki horoz” durumuna gelmişti. Halit ile Abdullah, hazırladıkları bir dümenle Senetçi’yi İngilizlere enselettirmeyi başarmışlar, ardından adam adeta sırra kadem basmıştı. İşte birkaç hafta sonra türbedar kılığında zuhur etmesi, iki eski kulağı kesiği Avni’nin peşinde olduğu dümene dair düşündürmekteydi. Halit ile Abdullah, bir yerden fayton uydurup Rumelihisarı’na yollandıklarında maksatları bu dümenin iç yüzünü anlamaktı.

Abdullah’ın yerini tarif ettiği türbenin önüne geldiklerinde etrafında hiçbir yerleşimin bulunmadığını, taştan yapılma türbenin yıkık görüntüsüyle önlerinde arzı endam ettiklerini görmüşlerdi. Faytonun sesini işiten Avni’nin yüzü, dışarıya seğirttiğinde Halit ile Abdullah’ı karşısında görür görmez haliyle bir karış olmuştu.

“Ulan Senetçi, senin için türbedar dediler. Gözüm görmeden inanmam dedim Arap tutup getirdi beni!”
“Dalgama taş atma Halit abi! Biz de ekmeğimize bakıyoruz…”
“Sen ekmek diye değirmen sökecek adamsın ulan Senetçi. Sen kim türbedarlık kim? Karşına ecinni çıksa günahlarından nedamet getirmezsin sen be!”
“Halit abi. Ben sana meselenin iç yüzünü ayan ederim ama bir şartım vardır işime çomak sokmayacaksın. Ben payımı bölüşmeye razıyım ama gözünü seveyim işi berbat etme! Ben buraya beyhude yere türbedar olmadım bittabi. Büyük bir define işi var!”
“Tabi. İngiliz gâvurundan paçayı kurtarmak için ona rüşvet buna rüşvet sıfırı tükettin, şimdi sermaye derdine define muhabbetlerinin peşine düştün… Ama sanmam. Sen desteksiz iş yapmazsın, Şeytan’a kül yer misin diye sormuşlar yağlısını istemiş, sendeki de o hesap!”
“Hakiki define Halit abi! Buralarda böyle gavurdan kalma evleri kazıp çıkaran Frenk âlimlerine denk geldim aylar evvel. Adamlara rehberlik ediyordum. Bu türbenin temellerini gösterip eski Bizans yapısı falan dediler. Şimdi düşün bu Bizans eviyse gavur zamanında buraya kesin bir altın falan saklamıştır.”
“Bu işin sağlamı yok gibi görünür. Sen ne gördün de define işine türbedar oldun buraya?”
“Abi bizde evel allah oyun çok! Bir garip köylü kalıyordu burada “Çatallu Baba’nın türbedarıyım” deyince “Bizansla türbe ne alaka” diyerek hacılara hocalara sordum. Böyle bir evliya yaşamamış, varsa bile buraya gelmemiş. Demek ki aslı astarı yok? Köylüler burayı evliya mezarı sanmışlar demek ki. Ben hemen gelip köylüyü köyüne ayran falan almaya gönderip türbe yalnızken kurcaladım. Sandukanın altında toprak var ama altı boş, sesi geliyor. Anladım bir bokluk olduğunu. Köylü gelince dümenden namaza yattım, tövbeler dualar falan adamı kafaladım, türbedarlığa kondum. Köylü de beni saf bilip yemek falan getirmeye başladılar. Tek başıma kazıyorum iki-üç haftadır. Azar azar kazıyordum köylü fark etmesin diye şimdiye boşluğa varmışımdır.”
“Ulan hep derim adamda talih olacak talih! Hep birlikte kazarız, ben gavurdan aracısını da ayarlarım hatta icap ederse sarrafları da ayarlarım!”
“Anlaştık Halit abi!”

Üçü türbenin içine girdiklerinde ilk etapta hiçbir şey fark etmemişlerdi, yemek getiren köylülere de ziyaretçi gözüyle görünmüşlerdi. Ancak gece olup Avni halıları kaldırınca sanduka altındaki geniş deliği apaçık görmüşlerdi. Böylece bir müddet daha kazdıktan sonra büyükçe bir mahzen kapağına denk gelmişlerdi. Kapağın etrafını açıp kandillerle aşağıya inince duvarları çarmıhlarla putlarla süslü bir gavur kilisesini bulduklarını görmüşlerdi. Yine büyükçe bir kapak tam köşede durmaktaydı. Halit: “Taşrada gavurdan kalma mezarların böyle bizden sanılması çok olurmuş. Kesin buranın mahzenidir şu kapak!” deyince orayı da açıp aşağıya inmişlerdi. Bu sefer sağda solda ta putperestler zamanından cahiliyeden kalma esatiri putlarla dolu bir odaya denk gelince şaşırmışlardı. Yine bu odanın da bir köşesinde büyükçe bir mahzen kapağı bulunmaktaydı. Oradan da aşağıya indiklerinde bu sefer büyükçe bir mağaraya denk geldiklerini ve etraflarında biçimsiz putların durduğunu görmüşlerdi. Yine burada bulunan büyükçe bir dehliz kapağını açıp indiklerinde ise daha acayip bir şey görmüşlerdi. Büyükçe bir mağaranın içine yeşil mermerden büyükçe bir heykel yapılmıştı ancak daha önce hiçbir yerde görmedikleri cinstendi:

“Tövbe tövbe! Halit abi bu insan mıdır hayvan mıdır? Kafasında ahtapot, sırtında kanat, sol eli yukarı kalkmış, tövbe estafurullah ne olmuş?”
“Ya defineyi işaret eder yahut definenin bekçisi olduğuna işaret eder… Her halükarda burada define vardır! Yoklamalı heykelin yanını yöresini!”

Adamlar define görebilmek umuduyla etraflarına bakınıp hiç bir şey bulamamışlardı. Lakin yeşil mermerden bu putun para getirebileceğini düşünerek dehlizden çıkıp hemen şehirde bulunan Avni’nin evvelden rehberlik ettiği Frenk alimleriyle irtibata geçmişlerdi. Alimler heykeli büyük bir gizlilik içerisinde oradan çıkartıp bir gemiye yüklemişler, kazıya katılanlara da sus payı babından yüklü miktarda para vermişlerdi. Onlardan sadece bir tek John Gamwell adlı Amerikan asıllı bir paralı asker bu mevzuyu bir başkasına açmıştı. Mevzuyu yazdığı kişi ta Amerika’da “Cambride Tribune” adlı dergiyi çıkartan editörlerden olan, kuzeni Edward F. Gamwell’dı ve heykelin tek bir fotoğrafı da ona gönderilmişti. Sonradan Gamwell bu bilgiye pek itibar etmeyerek eşine dostuna anlatabileceği hoş ve komik bir anı gözüyle bakmıştı. Ancak Gamwell’ın karısı Annie Philips’in yeğeni Howard Lovecraft, her nedense bu fotoğraftan ve mektuptan ziyadesiyle etkilenmişe benzemekteydi. Mektupta geçen “Çatallu Baba” adı için: “Bu isim gerçekten ilham verici…” demişti…

SON

Mehmet Berk Yaltırık

10 Kasım 2013 – İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder