25 Temmuz 2014 Cuma

Cellat Mezarlığı

(Cellat Mezarlığı, Gölge E-Dergi, Değişen Dünya Düzeni Özel Sayısı, Ağustos 2012, s. 63-68)

       Raviyan-ı ahbar ve nakilân-ı asar’a göre, Sultan Mehmed Han-ı Sani’nin saltanatı esnasında, Gaddar Besnik derler Memalik-i İslam’da bir cellat türemiş idi. Eflak Vilayeti’nin Bey’i Kazıklı Bey Drakola, memleketine hakim olur olmaz Osmanlı’dan mukallid bir kapıkulu ordusu ihdas etmek istemiş, bu maksatla Al-i Osman’daki yeniçeriler misali kendisine bağlı muvazzaf bir askeri bölük istihdam ederek buna “Armaşi” adını vermişti. Bunların asıl vazifesi ise askerlikten ziyade cellatlık ve işkence zanaatıyla birlikte Voyvoda Drakola’nın her nevi karanlık ve günah dolu cürümlerine ortak olmaktı. Başta Eflak vilayeti olmak üzere, Erdel ve Boğdan’dan, Macarlardan ve dahi Almanlardan, Frenklerden, Sırplardan, Türklerden, Tatarlardan ve Çingenelerden gelme yedi düvelin bir nice canisi, katili, tecavüzcüsü, manyağı, cürümlerini voyvoda sancağının gölgesinde rahatça işlemek için Eflak’a gelerek Armaşilere katılmıştı. Bunlar eşkıya, haydut, gaddar kere gaddar, zerre merhamet taşımayan, kalpleri taş kesmiş, günahta yarışır zalim kişilerdi. Memlekette kazığa geçirmekten adam boğmaya, ev yakmaktan tecavüze bir nice fenalığı bunlar “Bey’in vesayeti altında rahatlıkla mazlumlara reva görmüşlerdi.

            Bu Armaşilerden birisi de Besnik adıyla maruf, bir rivayete göre Arnavutluk dağlarından gelme bir diğer rivayete göre de göçer çingenlerden gelme, gaddarlıkta Haccac ile Mervan’ı bile gölgede bırakır bir haydut kişiydi. Kendi demesine göre Besnik deden babadan ebaanced cellatlık yapar imiş. Arnavutluk’ta Skander Beg’in emri altında bir nice infaz gerçekleştiren, bilinmeyen bir nedenle Eflak’a gelerek Voyvoda Drakola’ya katılmış bu cellatın harcı hakikaten adam boğazlamak idi. Görenlerin demesine göre heyula cüsseli, kara sıfatlı, kanlanmış gözleri ve kaba parmaklarıyla masal ecinnilerini andıran bir tuhaf ademdi. Ama yine dost düşman herkesin üstünde birleştiği bir husus vardı ki sanatında mahir idi. Önüne yüzlerce adem getirilsin, zerre yorgunluk göstermeden sanatını gösterircesine hepsini infaz ederdi. Adamı boğacak türlü çeşit iplerin hazırlanmasından nasıl vücut parçası koparılacağını, adam sorgularken nasıl öldürmeden acı çektirilmesi gerektiğini, hayvan ve bitki kullanarak yapılan işkence metotlarını bilirdi. Onun için gayrimüslim cellatların piri derlerdi.

            Gaddar Besnik, Drakola’nın canının cehenneme ısmarlandığı sırada aletleri ve bir nice eşyasıyla Osmanlı kapısına gelerek Bosna Paşası’nın sarayına kapulanmıştı. Orada sanatından ve maharetinden ötürü namı yedi düvele yayılınca Dersaadet’e getirilerek burada vazife yapması emredilmişti. Yanına çıraklar, ustalarda alır elini değdiğine sanatını öğretirdi ki bu adamın elinden bir nice şer dolu cani yetişmişti. Bu garip kişi, gün geldi sanatını soyuna aktarmak sevdasına düştü. Eflak vilayetinde bıraktığı hangi millete mensup bilinmez ama Besnik gibi hem Türki hem Arnavudî hem Sırpî lisanı bilir karısıyla altı çocuğunu Kostantiniyye’ye getirtti. Çocuklarını da kendi gibi yetiştirip en baş çırakları olarak yanında tutar, kendisinden asırlar sonra yine aynı sokaklarda kendisi gibi gaddar yamaklarıyla yürüyecek olan Cellat Kara Ali misali şehirde arzı endam ederdi.

            Rüzgar eken fırtına biçer derler, yaptıklarıyla, cürümleriyle bir nice beddua ve lanet almış bu bahtsız ama zalim adam bir gün olmadık bir şeye çatmıştı. Besnik, meslek kaidelerine aşırı bağlı olduğundan içkiyle pek arası yoktu. İşini yapmaya engel olur diye, bey kısmına nahoş gözükmemek için ne gece ne gündüz rakı, şarap içmezdi. Muasır dönem temaşalarındaki Bizans zindancıları misali şarap içip kahkaha atmazdı. Ta ki o uğursuz güne kadar.

            Besnik, Baba Cafer zindanında bir takım azgın erazile makulesinin canını cehenneme ısmarladıktan sonra evine dönerken yolda bir dilberle göz göze geldiği, o yaşta ve o anda aşkın nârına düşerek hayatında ilk kez meyhaneye gittiği söylenir. Gece vaktine dek içmekten helak olur, ayakta duramaz haldedir ki çıraklarından birisi gelir idamlık birinin geldiğini haber eder.

            Gaddar Besnik, şaraptan sarhoş çırağının omzunun üstünde sallana sallana idamlığın beklediği yere gider. Derler ki idamlık şahıs, ebaanced sihirbaz, büyüyle tılsımla uğraşır bir cadı kadındır. Galata’da zengin bir Ermeni’nin evinin bahçesine muska koyarken görülmüş, evin sahibinin doğum yapan hanımı bebesiyle birlikte vefat edince ol cadı suçlanmış. Komşularda kadından şikayetçi olunca el altından gizli bir emirle Galata voyvodası “Defteri dürülsün” demiş, ama hiçbir cellat bu kocakarıya el sürmeye cesaret edememiş. Bunun üzerine çıraklarından biriyle şehrin namlı celladı Besnik’e gecenin kara vaktinde haber salmışlar.

            Bedbaht Besnik, o haliyle hiç unutmaması gereken cellat kaidelerinden birini unutmuş. O kaidelerden biri şudur ki büyücü kanı taşıyanların kanı, hükümdar kanı misali akıtılmaz, uğursuzluk getirir derler. Besnik, işi aceleye getirip bir an önce işinden kurtulup evine dönebilmek için cadıya diz çöktürüp kafasını kendi elleriyle keser, kanını toprağa akıtır. Andan gerü, üzerinden lanet eksik olmaz.
            Has çırakları niyetine yetiştirdiği oğulları birer birer can vermeye başlar, türlü kazalar, belalar yakalarını bırakmaz. Kalyondan düşüp deniz canavarına yem olan mı, kör karanlıkta yağlı bıçaklara gelen mi bir nice akıl almaz nedenle her biri toprak olur. Bunlar lanetlidir diye, alelade mezarlığa gömülmezler. Yeniçeri taş odalarının yan tarafında, yeniçeri idamlarının yapıldığı yerin dibine, belli bir alan cellat mezarlığı yapılır.

            Gaddar Besnik bir başına kalmış, yediği herzenin başına açtıklarından muazzeb kimseye bir şeyler belli etmeden ömrünü geçirmeye devam etmiş. Bir gün evinde uyurken kalbine inmiş, ölmüş. Öldüm sanmış ama aslında ölmemiş. Aldığı lanetin gadrıyla toprağa girmeden hortlamış. Yüreğini korku almış. O dönemlerde Bulgar külhanilerinden Kafkas muhacirlerine hortlak-upir taifesini kalbine kazık kakıp, kafasını keserek öldürme usüllerini iyi bilirlermiş. Yaptıklarıyla canının cehenneme ısmarlanacağını bilen Besnik, insanlar durumu öğrenmesin diye yine de hiç ölmemiş gibi yaşamaya başlamış.

            Yaşamış ama mahallesindeki insanlar şüpheye düşmüş, pencere önünde oturur dedikoducu kadınlar türlü tuhaf söylentiler çıkarmışlar ardından. O zamana kadar gündüz gezer Besnik, horoz ötüşüne dek geceleri sokağa çıkıyor, zaten korkunç şöhretinin üstüne ölü gibi solgun benziyle, kanlı gözleriyle, gölgesinin değdiği evlere soğukluk çökmesinden ve bir nice alametten şüpheye düştüler. Zaman geçmesine rağmen yaşlanmamasından ötürü söylentiler artmıştı. Sağdan soldan Besnik’in kanlarıyla içtiği cesetlerin ortaya çıkmaya başlaması, kanı çekilmiş ölülerin söylentilerinin Kostantiniyye sokaklarında çalkalanması şüpheleri arttırınca Gaddar Besnik bir gece apar topar mahalleden çıkarak başka bir mahalleye yerleşmiş. Ne işine bakmış ne bir dostuna görünmüş, koca Besnik sır olmuş. Kimi öldüğüne kimi memleketine döndüğüne kimi ecinnilere karışıp gittiğini söylemiş, unutulmuş.

            Gaddar Besnik, içindekiler upir’i hortlak’ı bilmez diye yeni yeni Anadolu’dan gelmelerin meskun bulunduğu bir mahalleye yerleşti. Dağların ardında halen Tatar’ın ordusu bekler diye inanan, cihanla bağını daha Al-i Selçuk saltanatı devrinde koparan, ekmek kapısı diye zanaat dallarına tutunup Dersaadet’e gelen bu alemden bihaber insancıkların arasında gündüz evinde gece sokakta, denk getirdiği talihsizlerin kanlarıyla lanetini sürdürdü.

            Günlerden bir gün her nasılsa gençliğinde Besnik’i görüp tanıyan ihtiyarın biri, kanlı cinayetler işleyen ve öldüğünü sandığı Gaddar Besnik’i gördüğünü söyleyince yine şayialar başladı. Besnik’in oturduğu mahallede de kanı çekilen bir zavallının naaşını bulan mahalleli, Besnik’in evini basarak gündüz uykusunu uyuyan hortlağı yaka paça yakaladılar. Nasıl hortlak öldürülür bilmediklerinden putperest addettikleri cadıcılara da pek yanaşmadıklarından kendi kafalarına göre Besnik’i parçalara ayırıp, bir sandukanın içine atıp çocuklarının medfun bulunduğu Cellat Mezarlığı’na gömdüler. Dibindeki taş odaların yeniçeri ahalisinin geceleri gelen çığlık sesleri yüzünden şikayetçi olmasının ardından mezarlığın etrafına kalın ve yüksek bir duvar ördüler, kapı dahi koymadılar. 

Cellat Mezarlığı böylece gözden yitip ismen yaşayan bir mahal olarak kaldı. Sultan Mahmud Han-ı Sani devrindeki yeniçeri ve Bektaşiyan kıyımı vuku bulunca taş odaların yıkılmasıyla bu dört duvardan ibaret yapıya isminden dolayı kimse ilişmeyerek önünü bucağını evlerle döşediler. O evler yıkıldı betonlar çevrildi bir süre sonra, betonların dibinde unutuldu gitti Cellat Mezarlığı.

Seneler ve aylar vaki oldu, devran döndü, gün zamane oldu. İsa Aleyhisselam’ın doğmasından 2010 küsur sene sonra, Memalik’te “Kentsel Dönüşüm Projesi” nam nev-i icat bir hareket türedi. İş bu hareket mucibince, kadim demeden yeni demeden bir nice bina hak ile yeksan eylendi, yerine inşa edilecek binalar ve sair araziler ise muasır meliklerin akrabaları ve maiyeti arasında dağıtıldı. İş bu maiyet erkanı arasında yer alan, Kayserili bir tüccar bu mezarlığın olduğu yeri satın aldı ki bu yerin ismi de cismi de çoktan unutulmuştu.

Tüccarın maiyetindeki duvar yıkar alet edevatların kah ahşap kah beton evleri yıktığı sıra, binaların arkasında kalan kapısız, penceresiz yüksek duvar ortaya çıkmıştı. Tarihi eserdir, durduk yere ehl-i medyada şayialar çıkar diye Kayserili tüccar, avenesiyle birlikte oraya gelmiş yanında da bir mimar getirtmişti. Mimar yapının asırlarca eski olduğunu, ancak herhangi bir yapıya ait olmadığından sessiz sedasız yıkılabileceğini söyler söylemez bu duvarları da yıktırdı ancak ortaya çıkan manzara bu kez daha tuhaftı.

Üzerini otlar bürümüş, türlü çeşit dönemden kalma çer çöpün atıldığı bir garip mezarlığa denk gelince, her biri ellerini açıp korkuyla dua okudular. Siyah, yazısız şekilsiz mezar taşları gariplerine gitmişti. Mimara sordular: “Cellat mezarlığıdır, Osmanlı zamanında cellatlar isimsiz kara taşın altına gömülürlerdi.” dedi, daha da korktular. Tüccar ise korku nedir bilmez, bilse de para aşkı galebe çalar bir kişiydi. Emretti, kara taşları tıpkı diğer İstanbul’un cellat mezarlıkları gibi greyderlerle paramparça ettiler.

Toprağa den gelen greyder kepçelerinden biri azıcık eşeleyince birden bire işçilerin kulaklarını tırmalayan adeta öte alemlerden gelme bir çığlık sesi her birini olduğu yere mıhladı. Makineler vaveylalarını kestikleri vakit kulaklarını taciz eden çığlık sesi kazı alanında yankılanınca kimi makine tepesinden atladı, kimi kazmayı küreği bırakıp kaçtı, kimi oracıkta düşüp bayıldı, kimi diz çöküp tövbe etti.

Kayserili tüccarın ne para dökmelerine ne laf saymalarına kulak asmayan işçiler, lanetli olduğuna inandıkları eski mezarlığı daha da kazacak cesareti bulamadılar. Tüccar hırs yaptı, akrabalarını çağırttı ailecek kazma kürekle indiler mezarlığa. O tuhaf çığlık sesinin, bağırtının geldiğini işitince onlar da kaçmaya yeltenecekti ki tüccarın belinden silahını çekmesiyle korka titreye toprağı kazdılar. Sanduka parçalarına denk gelip tabutla defnedilen cellat cenazelerini görende, Rum’un mezarını kazdık hortlağı başımıza musallat olur diye daha da korkuya kapıldılar.

Gün batıp akşama döndüğü sıra sapasağlam kalmış, kalın tahtadan bir sandığa denk geldiler. Gavurun definesini muhaceret sırasında sahte türbeler, mezarlar altında saklaması görülmemiş, duyulmamış değildi, define bulduk sanarak etrafındaki zincirleri kırıp kilidini açtılar.

O andan sonra olanları değme meddahlar, kıssahanlar tasvir edemezdi. Sandığın içinden fışkıran gri dumanların arasında kanlı kefeni parça parça olmuş, kara vücutlu, koca gözlü, köpek dişli suretiyle vücuda gelen “öldürülememiş” hortlak birden can buldu! Toza toprağa bulanmış saçları ve bıyıkları, kan çanağına dönmüş koca gözleriyle, dudaklarından dışarıya uğramış sivri dişleriyle korkunç masallardan fırlayıp gelme bir heyulayı karşılarında görenlerden kimi bayıldı, kimi aklını oynattı, kimi kaçtı.

Gaddar Besnik, yaşarken de ölüyken de cahil olduğundan zamanı aynı zannetti, cahil mahallelinin kendisini geri çıkardığına hükmetti. Sandıktan çıkıp yeryüzünü arşınladığında yeryüzünün aynı yeryüzü olmadığını gördü. Her yerde göklere eren devasa binalar dikilmişti ki camilerin minarelerinden bile yüksekti. Atsız arabalar yollarda gider olmuş, gökte gök dona bürünmüş zırhlı dev kuşların uçtuğunu görmüştü. Evlerin ve harabelerin bodrumlarında sabahlayıp geceleri kan içmek üzere sindiği küplerden, sandıklardan çıkıp besmelesiz kapanmış kapılardan geçip çoluğa çocuğa musallat oldu.

            Farklı bir zamanda olduğunu geç idrak etti, ama pek bir sevdi. Evvelden kendisini köşe bucak kovalayan mahalleliler, cadıcılar, üfürükçüler ve dahi beli kazıklı külhanlar olurdu. Kapılardan evlerden ne muskası ne nazarlığı eksik olmaz, eşiğine büyücü basmış yedi göbek ahalisi tılsımlanmış evler vardı. Sandıktan çıktığı devir ise binbir haram ve hile dolu yollarla inşa edilmiş, taştan binaların olduğu zamandı. Kendisini görüp dua okuyan olsa da ne kazığı ne sarımsağı bilir ahaliden zerre çekince duymadı. Komşuluğun çoktan öldüğü şehirde nereye yerleşirse yerleşsin kimse onu fark etmiyor, merak etmiyordu. Meraklı teyzelerin televizyon nam şeytan icadına kapılarak artık muhayyel-sahici kişizadelerin hayatlarına odaklandığı bir devirde mahallelerine dadanan hortlaktan kimsenin haberi olmuyordu.

            Besnik ağır beddua aldığını unutmuştu ki ona hatırlattılar. Pek hoşuna giden harabe bir köşkün bodrumuna yerleşip kaldığı sıralarda ilgisiz yeni dönem mahalle ahalisinin dikkatini çekeceğini bilemedi. Geceleri gezen, gündüz yatan bu yaşlı ve hırpani kılıklı adamın söylentisi kulaktan kulağa yayıldı.

            Harap bir köşkün bodrumunda uyurken birden kapının açılıp içeriye ellerinde ışıklarla bir sürü kadın ve erkeğin içeriye girdiğini gördü. Suratına doğru ışık çıkaran siyah siyah kutuları yüzüne tutuyorken bir kısım kadın ve erkek o kutulara bakarak: “Evet sayın seyirciler, bu zavallı adam bir köşkün bodrumunda tek başına yaşıyor” babında bir şeyler söylüyorlardı. Talihsiz Besnik, “duygu sömürüsü”nün yeni dönem jurnalcilerinin habercilerinin en sevdiği şey olduğunu bilmiyordu. Gelenlerin jurnalci olduğunu da bilmiyordu ki hiçbir şey anlayamadan korkudan kendini köşkten dışarı attı.

Asıl olay ise görüntülerde adamı göremedikleri zaman patlak verdi, İstanbul tabiri caizse sallandı. Haberler ve internet yazıları ile cümle İstanbul ahalisi varlığına inanmaya başladıkları hayalet amcayı aramaya başladı. Bilcümle sözlük ahalisinin “Viral Reklam” nam bir tür madrabazlık olduğu da söylendi, bir takım klavye uleması tarafından İlluminati nam gizli teşkilatın karanlık işlerinden biri olduğu da.

Zavallı Besnik nereye gitse görüntüsü olmadığı halde tuhaf bir şeyler çekip ilgi toplamayı amaçlayan fanilerin acayip taarruzlarına maruz kaldı. O kadim zamanlardan kalma kanlı bir hortlak olsa bile eşsiz kuvvetinin bir hududu vardı. Aksi geçerli olsaydı zaten hortlak, ecinni taifesi dünyaya hükümdar olurdu. Böylece geceleri güç bela kan içip kalan vaktini meraklı gözlerden bir yer aramakla geçiriyordu. Modern zaman insanı şeytan kere şeytan, ayak üstü dokuz cini dolandırır da ruhun duymaz, internetten televizyona bir nice yere sözü, varlığı düşen Besnik, şekli şemaliyle ve görünemediği videolarıyla kısa sürede memalikte nam salmıştı.

En çaresiz anında adamın birinin gelip kendisine her türlü kan ve başka ihtiyaçlarını karşılayacağını, tek yapacağı şeyin televizyon denen icada çıkarak ahaliye görünmesi olduğunu söyleyince Besnik denk geldiği zamanın tuhaflığına şaştı. Tılsımla bağlanmış gibi adamın ardına düşerek bir villanın yolunu tuttu. Üç otuz paraya kanını ve hayatını emdireye meyilli bir nice insanı önüne yığdılar, televizyonlarda reklamlar sokakta tellallar fink attı. Sadece el çizimi tasvirleri bilinen görünmez adam, bilinen tek hortlak laboratuvarlardan, inceleme merkezlerinden evvel televizyona çıkacaktı.

Arabalarla taşıdılar hortlak’ı stüdyoya, etrafına bir nice insan doluştu ilk kez gördükleri bu tuhaflığın karşısında. Televizyona çıktığında görünmediği halde insanların kendisini bu denli seyredip şov unsuru haline getirmesine akıl sır erdiremedi. Bir süre sonra o da alıştı ayağına hazır gelen kanlı canlı kurbanlar daha tatlı geldi Besnik’e, öyle ki artık her nedense ona hayran olan genç kızlardan da istemeyeceği kadar kurban bulabiliyordu. Görünmediği halde ne hükümetler ne ordu el sürebilmiş, yine görünmediği halde sayısız reklam ve filmde oynatmışlardı hortlağı. İnsanları kanlı canlı parçalayabildiği yarışmalar düzenlenmiş, reyting nam kefere icadının en aranılan ismi olmuştu.

Lakin gün gelince unutulmuş, elinde ne var ne yoksa alınmıştı. Tüm çevresindeki ahalinin kaybolduğunu, görüldüğü yerde kan içici diye kovalandığını görür olmuştu. Anadolu’nun gariban bir köyünden getirdikleri insanl-cin arası bir mahluk televizyon şovlarının bir numaralı ismi olmuş, kendi de artık akıllardan hafızlardan silinmişti.

Rivayet olunur ki Besnik’i en son bir otel odasında ölü bulmuşlar. Etrafında suretinin görünmediği gazeteler ve dergiler, aldığı ödüller, tabaklar etrafına saçılmış bir halde kalbine saplanmış meşe ağacından bir kazıkla kendi boğazını kendi kesmiş bir halde buldular. Küllenmiş ve çürümüş cesedinden kalanları çöp torbasına atıp İstanbul’un bilinmez çöplüklerinden birisine kalan eşyalarıyla birlikte gönderdiler. Denilir ki cadının bedduası böyle süründürmüş, mezara geri göndermiştir Hortlak Besnik nam cellat eskisi hortlağı.

SON
Mehmet Berk YALTIRIK

10 Ağustos 2012 – İstanbul 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder