(Cellat
Mezarlığı, Gölge E-Dergi, Değişen Dünya Düzeni Özel Sayısı, Ağustos 2012, s.
63-68)
Raviyan-ı
ahbar ve nakilân-ı asar’a göre, Sultan Mehmed Han-ı Sani’nin saltanatı
esnasında, Gaddar Besnik derler Memalik-i İslam’da bir cellat türemiş idi. Eflak
Vilayeti’nin Bey’i Kazıklı Bey Drakola, memleketine hakim olur olmaz
Osmanlı’dan mukallid bir kapıkulu ordusu ihdas etmek istemiş, bu maksatla Al-i
Osman’daki yeniçeriler misali kendisine bağlı muvazzaf bir askeri bölük
istihdam ederek buna “Armaşi” adını vermişti. Bunların asıl vazifesi ise askerlikten
ziyade cellatlık ve işkence zanaatıyla birlikte Voyvoda Drakola’nın her nevi
karanlık ve günah dolu cürümlerine ortak olmaktı. Başta Eflak vilayeti olmak
üzere, Erdel ve Boğdan’dan, Macarlardan ve dahi Almanlardan, Frenklerden,
Sırplardan, Türklerden, Tatarlardan ve Çingenelerden gelme yedi düvelin bir
nice canisi, katili, tecavüzcüsü, manyağı, cürümlerini voyvoda sancağının
gölgesinde rahatça işlemek için Eflak’a gelerek Armaşilere katılmıştı. Bunlar
eşkıya, haydut, gaddar kere gaddar, zerre merhamet taşımayan, kalpleri taş
kesmiş, günahta yarışır zalim kişilerdi. Memlekette kazığa geçirmekten adam
boğmaya, ev yakmaktan tecavüze bir nice fenalığı bunlar “Bey’in vesayeti
altında rahatlıkla mazlumlara reva görmüşlerdi.
Bu Armaşilerden birisi de Besnik
adıyla maruf, bir rivayete göre Arnavutluk dağlarından gelme bir diğer rivayete
göre de göçer çingenlerden gelme, gaddarlıkta Haccac ile Mervan’ı bile gölgede
bırakır bir haydut kişiydi. Kendi demesine göre Besnik deden babadan ebaanced
cellatlık yapar imiş. Arnavutluk’ta Skander Beg’in emri altında bir nice infaz
gerçekleştiren, bilinmeyen bir nedenle Eflak’a gelerek Voyvoda Drakola’ya
katılmış bu cellatın harcı hakikaten adam boğazlamak idi. Görenlerin demesine
göre heyula cüsseli, kara sıfatlı, kanlanmış gözleri ve kaba parmaklarıyla
masal ecinnilerini andıran bir tuhaf ademdi. Ama yine dost düşman herkesin
üstünde birleştiği bir husus vardı ki sanatında mahir idi. Önüne yüzlerce adem
getirilsin, zerre yorgunluk göstermeden sanatını gösterircesine hepsini infaz
ederdi. Adamı boğacak türlü çeşit iplerin hazırlanmasından nasıl vücut parçası
koparılacağını, adam sorgularken nasıl öldürmeden acı çektirilmesi gerektiğini,
hayvan ve bitki kullanarak yapılan işkence metotlarını bilirdi. Onun için
gayrimüslim cellatların piri derlerdi.
Gaddar Besnik, Drakola’nın canının
cehenneme ısmarlandığı sırada aletleri ve bir nice eşyasıyla Osmanlı kapısına
gelerek Bosna Paşası’nın sarayına kapulanmıştı. Orada sanatından ve
maharetinden ötürü namı yedi düvele yayılınca Dersaadet’e getirilerek burada
vazife yapması emredilmişti. Yanına çıraklar, ustalarda alır elini değdiğine
sanatını öğretirdi ki bu adamın elinden bir nice şer dolu cani yetişmişti. Bu
garip kişi, gün geldi sanatını soyuna aktarmak sevdasına düştü. Eflak vilayetinde
bıraktığı hangi millete mensup bilinmez ama Besnik gibi hem Türki hem Arnavudî
hem Sırpî lisanı bilir karısıyla altı çocuğunu Kostantiniyye’ye getirtti.
Çocuklarını da kendi gibi yetiştirip en baş çırakları olarak yanında tutar,
kendisinden asırlar sonra yine aynı sokaklarda kendisi gibi gaddar yamaklarıyla
yürüyecek olan Cellat Kara Ali misali şehirde arzı endam ederdi.
Rüzgar eken fırtına biçer derler,
yaptıklarıyla, cürümleriyle bir nice beddua ve lanet almış bu bahtsız ama zalim
adam bir gün olmadık bir şeye çatmıştı. Besnik, meslek kaidelerine aşırı bağlı
olduğundan içkiyle pek arası yoktu. İşini yapmaya engel olur diye, bey kısmına
nahoş gözükmemek için ne gece ne gündüz rakı, şarap içmezdi. Muasır dönem
temaşalarındaki Bizans zindancıları misali şarap içip kahkaha atmazdı. Ta ki o
uğursuz güne kadar.
Besnik, Baba Cafer zindanında bir
takım azgın erazile makulesinin canını cehenneme ısmarladıktan sonra evine
dönerken yolda bir dilberle göz göze geldiği, o yaşta ve o anda aşkın nârına
düşerek hayatında ilk kez meyhaneye gittiği söylenir. Gece vaktine dek içmekten
helak olur, ayakta duramaz haldedir ki çıraklarından birisi gelir idamlık
birinin geldiğini haber eder.
Gaddar Besnik, şaraptan sarhoş
çırağının omzunun üstünde sallana sallana idamlığın beklediği yere gider.
Derler ki idamlık şahıs, ebaanced sihirbaz, büyüyle tılsımla uğraşır bir cadı
kadındır. Galata’da zengin bir Ermeni’nin evinin bahçesine muska koyarken
görülmüş, evin sahibinin doğum yapan hanımı bebesiyle birlikte vefat edince ol
cadı suçlanmış. Komşularda kadından şikayetçi olunca el altından gizli bir
emirle Galata voyvodası “Defteri dürülsün” demiş, ama hiçbir cellat bu kocakarıya
el sürmeye cesaret edememiş. Bunun üzerine çıraklarından biriyle şehrin namlı
celladı Besnik’e gecenin kara vaktinde haber salmışlar.
Bedbaht Besnik, o haliyle hiç
unutmaması gereken cellat kaidelerinden birini unutmuş. O kaidelerden biri
şudur ki büyücü kanı taşıyanların kanı, hükümdar kanı misali akıtılmaz,
uğursuzluk getirir derler. Besnik, işi aceleye getirip bir an önce işinden
kurtulup evine dönebilmek için cadıya diz çöktürüp kafasını kendi elleriyle
keser, kanını toprağa akıtır. Andan gerü, üzerinden lanet eksik olmaz.
Has çırakları niyetine yetiştirdiği
oğulları birer birer can vermeye başlar, türlü kazalar, belalar yakalarını
bırakmaz. Kalyondan düşüp deniz canavarına yem olan mı, kör karanlıkta yağlı
bıçaklara gelen mi bir nice akıl almaz nedenle her biri toprak olur. Bunlar
lanetlidir diye, alelade mezarlığa gömülmezler. Yeniçeri taş odalarının yan
tarafında, yeniçeri idamlarının yapıldığı yerin dibine, belli bir alan cellat
mezarlığı yapılır.
Gaddar Besnik bir başına kalmış,
yediği herzenin başına açtıklarından muazzeb kimseye bir şeyler belli etmeden
ömrünü geçirmeye devam etmiş. Bir gün evinde uyurken kalbine inmiş, ölmüş.
Öldüm sanmış ama aslında ölmemiş. Aldığı lanetin gadrıyla toprağa girmeden
hortlamış. Yüreğini korku almış. O dönemlerde Bulgar külhanilerinden Kafkas
muhacirlerine hortlak-upir taifesini kalbine kazık kakıp, kafasını keserek
öldürme usüllerini iyi bilirlermiş. Yaptıklarıyla canının cehenneme
ısmarlanacağını bilen Besnik, insanlar durumu öğrenmesin diye yine de hiç
ölmemiş gibi yaşamaya başlamış.
Yaşamış ama mahallesindeki insanlar şüpheye
düşmüş, pencere önünde oturur dedikoducu kadınlar türlü tuhaf söylentiler
çıkarmışlar ardından. O zamana kadar gündüz gezer Besnik, horoz ötüşüne dek
geceleri sokağa çıkıyor, zaten korkunç şöhretinin üstüne ölü gibi solgun benziyle,
kanlı gözleriyle, gölgesinin değdiği evlere soğukluk çökmesinden ve bir nice
alametten şüpheye düştüler. Zaman geçmesine rağmen yaşlanmamasından ötürü
söylentiler artmıştı. Sağdan soldan Besnik’in kanlarıyla içtiği cesetlerin
ortaya çıkmaya başlaması, kanı çekilmiş ölülerin söylentilerinin Kostantiniyye
sokaklarında çalkalanması şüpheleri arttırınca Gaddar Besnik bir gece apar
topar mahalleden çıkarak başka bir mahalleye yerleşmiş. Ne işine bakmış ne bir
dostuna görünmüş, koca Besnik sır olmuş. Kimi öldüğüne kimi memleketine
döndüğüne kimi ecinnilere karışıp gittiğini söylemiş, unutulmuş.
Gaddar Besnik, içindekiler upir’i
hortlak’ı bilmez diye yeni yeni Anadolu’dan gelmelerin meskun bulunduğu bir
mahalleye yerleşti. Dağların ardında halen Tatar’ın ordusu bekler diye inanan,
cihanla bağını daha Al-i Selçuk saltanatı devrinde koparan, ekmek kapısı diye
zanaat dallarına tutunup Dersaadet’e gelen bu alemden bihaber insancıkların
arasında gündüz evinde gece sokakta, denk getirdiği talihsizlerin kanlarıyla
lanetini sürdürdü.
Günlerden bir gün her nasılsa
gençliğinde Besnik’i görüp tanıyan ihtiyarın biri, kanlı cinayetler işleyen ve
öldüğünü sandığı Gaddar Besnik’i gördüğünü söyleyince yine şayialar başladı.
Besnik’in oturduğu mahallede de kanı çekilen bir zavallının naaşını bulan
mahalleli, Besnik’in evini basarak gündüz uykusunu uyuyan hortlağı yaka paça
yakaladılar. Nasıl hortlak öldürülür bilmediklerinden putperest addettikleri
cadıcılara da pek yanaşmadıklarından kendi kafalarına göre Besnik’i parçalara
ayırıp, bir sandukanın içine atıp çocuklarının medfun bulunduğu Cellat
Mezarlığı’na gömdüler. Dibindeki taş odaların yeniçeri ahalisinin geceleri
gelen çığlık sesleri yüzünden şikayetçi olmasının ardından mezarlığın etrafına
kalın ve yüksek bir duvar ördüler, kapı dahi koymadılar.
Cellat Mezarlığı böylece gözden yitip
ismen yaşayan bir mahal olarak kaldı. Sultan Mahmud Han-ı Sani devrindeki
yeniçeri ve Bektaşiyan kıyımı vuku bulunca taş odaların yıkılmasıyla bu dört
duvardan ibaret yapıya isminden dolayı kimse ilişmeyerek önünü bucağını evlerle
döşediler. O evler yıkıldı betonlar çevrildi bir süre sonra, betonların dibinde
unutuldu gitti Cellat Mezarlığı.
Seneler ve aylar vaki oldu, devran
döndü, gün zamane oldu. İsa Aleyhisselam’ın doğmasından 2010 küsur sene sonra,
Memalik’te “Kentsel Dönüşüm Projesi” nam nev-i icat bir hareket türedi. İş bu
hareket mucibince, kadim demeden yeni demeden bir nice bina hak ile yeksan
eylendi, yerine inşa edilecek binalar ve sair araziler ise muasır meliklerin
akrabaları ve maiyeti arasında dağıtıldı. İş bu maiyet erkanı arasında yer
alan, Kayserili bir tüccar bu mezarlığın olduğu yeri satın aldı ki bu yerin
ismi de cismi de çoktan unutulmuştu.
Tüccarın maiyetindeki duvar yıkar alet
edevatların kah ahşap kah beton evleri yıktığı sıra, binaların arkasında kalan
kapısız, penceresiz yüksek duvar ortaya çıkmıştı. Tarihi eserdir, durduk yere
ehl-i medyada şayialar çıkar diye Kayserili tüccar, avenesiyle birlikte oraya
gelmiş yanında da bir mimar getirtmişti. Mimar yapının asırlarca eski olduğunu,
ancak herhangi bir yapıya ait olmadığından sessiz sedasız yıkılabileceğini
söyler söylemez bu duvarları da yıktırdı ancak ortaya çıkan manzara bu kez daha
tuhaftı.
Üzerini otlar bürümüş, türlü çeşit dönemden
kalma çer çöpün atıldığı bir garip mezarlığa denk gelince, her biri ellerini
açıp korkuyla dua okudular. Siyah, yazısız şekilsiz mezar taşları gariplerine
gitmişti. Mimara sordular: “Cellat mezarlığıdır, Osmanlı zamanında cellatlar
isimsiz kara taşın altına gömülürlerdi.” dedi, daha da korktular. Tüccar ise
korku nedir bilmez, bilse de para aşkı galebe çalar bir kişiydi. Emretti, kara
taşları tıpkı diğer İstanbul’un cellat mezarlıkları gibi greyderlerle
paramparça ettiler.
Toprağa den gelen greyder
kepçelerinden biri azıcık eşeleyince birden bire işçilerin kulaklarını
tırmalayan adeta öte alemlerden gelme bir çığlık sesi her birini olduğu yere
mıhladı. Makineler vaveylalarını kestikleri vakit kulaklarını taciz eden çığlık
sesi kazı alanında yankılanınca kimi makine tepesinden atladı, kimi kazmayı
küreği bırakıp kaçtı, kimi oracıkta düşüp bayıldı, kimi diz çöküp tövbe etti.
Kayserili tüccarın ne para dökmelerine
ne laf saymalarına kulak asmayan işçiler, lanetli olduğuna inandıkları eski
mezarlığı daha da kazacak cesareti bulamadılar. Tüccar hırs yaptı, akrabalarını
çağırttı ailecek kazma kürekle indiler mezarlığa. O tuhaf çığlık sesinin,
bağırtının geldiğini işitince onlar da kaçmaya yeltenecekti ki tüccarın
belinden silahını çekmesiyle korka titreye toprağı kazdılar. Sanduka
parçalarına denk gelip tabutla defnedilen cellat cenazelerini görende, Rum’un
mezarını kazdık hortlağı başımıza musallat olur diye daha da korkuya
kapıldılar.
Gün batıp akşama döndüğü sıra
sapasağlam kalmış, kalın tahtadan bir sandığa denk geldiler. Gavurun definesini
muhaceret sırasında sahte türbeler, mezarlar altında saklaması görülmemiş,
duyulmamış değildi, define bulduk sanarak etrafındaki zincirleri kırıp kilidini
açtılar.
O andan sonra olanları değme
meddahlar, kıssahanlar tasvir edemezdi. Sandığın içinden fışkıran gri
dumanların arasında kanlı kefeni parça parça olmuş, kara vücutlu, koca gözlü,
köpek dişli suretiyle vücuda gelen “öldürülememiş” hortlak birden can buldu!
Toza toprağa bulanmış saçları ve bıyıkları, kan çanağına dönmüş koca
gözleriyle, dudaklarından dışarıya uğramış sivri dişleriyle korkunç masallardan
fırlayıp gelme bir heyulayı karşılarında görenlerden kimi bayıldı, kimi aklını
oynattı, kimi kaçtı.
Gaddar Besnik, yaşarken de ölüyken de
cahil olduğundan zamanı aynı zannetti, cahil mahallelinin kendisini geri
çıkardığına hükmetti. Sandıktan çıkıp yeryüzünü arşınladığında yeryüzünün aynı
yeryüzü olmadığını gördü. Her yerde göklere eren devasa binalar dikilmişti ki
camilerin minarelerinden bile yüksekti. Atsız arabalar yollarda gider olmuş,
gökte gök dona bürünmüş zırhlı dev kuşların uçtuğunu görmüştü. Evlerin ve
harabelerin bodrumlarında sabahlayıp geceleri kan içmek üzere sindiği
küplerden, sandıklardan çıkıp besmelesiz kapanmış kapılardan geçip çoluğa
çocuğa musallat oldu.
Farklı bir zamanda olduğunu geç
idrak etti, ama pek bir sevdi. Evvelden kendisini köşe bucak kovalayan
mahalleliler, cadıcılar, üfürükçüler ve dahi beli kazıklı külhanlar olurdu.
Kapılardan evlerden ne muskası ne nazarlığı eksik olmaz, eşiğine büyücü basmış
yedi göbek ahalisi tılsımlanmış evler vardı. Sandıktan çıktığı devir ise binbir
haram ve hile dolu yollarla inşa edilmiş, taştan binaların olduğu zamandı.
Kendisini görüp dua okuyan olsa da ne kazığı ne sarımsağı bilir ahaliden zerre
çekince duymadı. Komşuluğun çoktan öldüğü şehirde nereye yerleşirse yerleşsin
kimse onu fark etmiyor, merak etmiyordu. Meraklı teyzelerin televizyon nam
şeytan icadına kapılarak artık muhayyel-sahici kişizadelerin hayatlarına
odaklandığı bir devirde mahallelerine dadanan hortlaktan kimsenin haberi
olmuyordu.
Besnik ağır beddua aldığını
unutmuştu ki ona hatırlattılar. Pek hoşuna giden harabe bir köşkün bodrumuna
yerleşip kaldığı sıralarda ilgisiz yeni dönem mahalle ahalisinin dikkatini
çekeceğini bilemedi. Geceleri gezen, gündüz yatan bu yaşlı ve hırpani kılıklı
adamın söylentisi kulaktan kulağa yayıldı.
Harap bir köşkün bodrumunda uyurken
birden kapının açılıp içeriye ellerinde ışıklarla bir sürü kadın ve erkeğin
içeriye girdiğini gördü. Suratına doğru ışık çıkaran siyah siyah kutuları
yüzüne tutuyorken bir kısım kadın ve erkek o kutulara bakarak: “Evet sayın
seyirciler, bu zavallı adam bir köşkün bodrumunda tek başına yaşıyor” babında bir
şeyler söylüyorlardı. Talihsiz Besnik, “duygu sömürüsü”nün yeni dönem jurnalcilerinin
habercilerinin en sevdiği şey olduğunu bilmiyordu. Gelenlerin jurnalci olduğunu
da bilmiyordu ki hiçbir şey anlayamadan korkudan kendini köşkten dışarı attı.
Asıl olay ise görüntülerde adamı
göremedikleri zaman patlak verdi, İstanbul tabiri caizse sallandı. Haberler ve
internet yazıları ile cümle İstanbul ahalisi varlığına inanmaya başladıkları
hayalet amcayı aramaya başladı. Bilcümle sözlük ahalisinin “Viral Reklam” nam
bir tür madrabazlık olduğu da söylendi, bir takım klavye uleması tarafından
İlluminati nam gizli teşkilatın karanlık işlerinden biri olduğu da.
Zavallı Besnik nereye gitse görüntüsü
olmadığı halde tuhaf bir şeyler çekip ilgi toplamayı amaçlayan fanilerin acayip
taarruzlarına maruz kaldı. O kadim zamanlardan kalma kanlı bir hortlak olsa
bile eşsiz kuvvetinin bir hududu vardı. Aksi geçerli olsaydı zaten hortlak,
ecinni taifesi dünyaya hükümdar olurdu. Böylece geceleri güç bela kan içip
kalan vaktini meraklı gözlerden bir yer aramakla geçiriyordu. Modern zaman
insanı şeytan kere şeytan, ayak üstü dokuz cini dolandırır da ruhun duymaz,
internetten televizyona bir nice yere sözü, varlığı düşen Besnik, şekli
şemaliyle ve görünemediği videolarıyla kısa sürede memalikte nam salmıştı.
En çaresiz anında adamın birinin gelip
kendisine her türlü kan ve başka ihtiyaçlarını karşılayacağını, tek yapacağı
şeyin televizyon denen icada çıkarak ahaliye görünmesi olduğunu söyleyince
Besnik denk geldiği zamanın tuhaflığına şaştı. Tılsımla bağlanmış gibi adamın
ardına düşerek bir villanın yolunu tuttu. Üç otuz paraya kanını ve hayatını
emdireye meyilli bir nice insanı önüne yığdılar, televizyonlarda reklamlar
sokakta tellallar fink attı. Sadece el çizimi tasvirleri bilinen görünmez adam,
bilinen tek hortlak laboratuvarlardan, inceleme merkezlerinden evvel
televizyona çıkacaktı.
Arabalarla taşıdılar hortlak’ı
stüdyoya, etrafına bir nice insan doluştu ilk kez gördükleri bu tuhaflığın
karşısında. Televizyona çıktığında görünmediği halde insanların kendisini bu
denli seyredip şov unsuru haline getirmesine akıl sır erdiremedi. Bir süre
sonra o da alıştı ayağına hazır gelen kanlı canlı kurbanlar daha tatlı geldi
Besnik’e, öyle ki artık her nedense ona hayran olan genç kızlardan da
istemeyeceği kadar kurban bulabiliyordu. Görünmediği halde ne hükümetler ne
ordu el sürebilmiş, yine görünmediği halde sayısız reklam ve filmde
oynatmışlardı hortlağı. İnsanları kanlı canlı parçalayabildiği yarışmalar
düzenlenmiş, reyting nam kefere icadının en aranılan ismi olmuştu.
Lakin gün gelince unutulmuş, elinde ne
var ne yoksa alınmıştı. Tüm çevresindeki ahalinin kaybolduğunu, görüldüğü yerde
kan içici diye kovalandığını görür olmuştu. Anadolu’nun gariban bir köyünden
getirdikleri insanl-cin arası bir mahluk televizyon şovlarının bir numaralı
ismi olmuş, kendi de artık akıllardan hafızlardan silinmişti.
Rivayet olunur ki Besnik’i en son bir
otel odasında ölü bulmuşlar. Etrafında suretinin görünmediği gazeteler ve
dergiler, aldığı ödüller, tabaklar etrafına saçılmış bir halde kalbine
saplanmış meşe ağacından bir kazıkla kendi boğazını kendi kesmiş bir halde
buldular. Küllenmiş ve çürümüş cesedinden kalanları çöp torbasına atıp
İstanbul’un bilinmez çöplüklerinden birisine kalan eşyalarıyla birlikte
gönderdiler. Denilir ki cadının bedduası böyle süründürmüş, mezara geri
göndermiştir Hortlak Besnik nam cellat eskisi hortlağı.
SON
Mehmet Berk YALTIRIK
10 Ağustos 2012 – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder