(Cenazenin
Düellosu, Gölge E-Dergi, 74. Sayı, Kasım 2013, s. 58-61)
(1907-Edirne)
“Aman!
Zogo’nun narası mıdır o?”
“Hiç
durmayalım! Eşref saatinde değilse canımıza okur!”
Bir vakitler Edirne’nin sokaklarında
gür narası patladığında yediden yetmişe herkesin tanıdığı, Arnavut göçmenlerine
has konuşmasına aşina oldukları Zogo Niyazi*
namıyla maruf bir kabadayı ile onun yardakçısı, musahibi yerinde Cüce Ragıp
dolanırdı. Onun narasını duyup: “Var
midır more belasini arayan?” diye bağırmasını işitenler yukarıdaki gibi
karşılık verir, Edirne’nin türlü çeşit milletten kabadayısı, külhanisi “Belaya bulaşmayalım!” kavlinden
ortalıktan tüyer, kertenkele misali taş diplerine dek kaçacak yer ararlardı.
Zogo Niyazi şehre Dömeke Harbi’nin nihayete erdiği vakit gelip yerleşmişti. Ta
Arnavut memleketinden belinde kamasıyla tabancasıyla çıkıp gelen bu yabancı,
peşinde eli silahlı kanlılar olduğunu söyleyip Edirne’nin o devirdeki belalı bitirimlerinden
Kahveci Nedim’in yanına kapağı atmıştı. Bir gece vakti kanlıları Tahmis
Meydanı’nda Nedim’in kahvesine gelip kendisini haklamaya yeltendiği sıra
Kahveci Nedim’in dükkanın arkasında kumar oynayan bitirimler dışarıya fırlayıp
Arnavut aksanıyla konuşan saldırganları tarumar ettiklerinde şehir ayağa
kalkmıştı. Şehrin o devirdeki zaptiye serkomiseri Boşnak Hasan adamları
bitirimlerin elinden alıp nezarethaneye tıktığında hiç biri sesini çıkarmamış,
ne zaman ki gaddar serkomiser kızılcık sopasını çıkarıp kaffesini falakaya
yatırınca bülbül gibi ötüp kendilerini Mat Valisi Cemal Paşa Zogolli’nin
yolladığını itiraf etmişlerdi. Meğer Niyazi ta Mat şehrindeyken bir düğünde
önce Zogolli’nin adamlarıyla tartışıp sonra Zogolli’nin kendisiyle münakaşa
etmesin mi? Deli Arnavut damarı kabarıp belindeki Karadağ tabancasını hızla
çekip koca valiyi yaralamasın mı? O hengamede dolu misali yağan yağlı
kurşunlardan kaçıp ayağının tozuyla Edirne’ye dek gelmesin mi? Haliyle daha o
andan itibaren “Zogolli’yi vuran Niyazi” diye hikayesi anlatılır olmuştu. Boşnak
Hasan adamların silahlarına el koyup Karaağaç Garı’na göndermesine rağmen
adamlar “Bunu vurmadan dönersek Zogolli
Paşa canımıza okur!” korkusuyla Ali Paşa Bedesteni’ne dek gelip Kalaycı
Boşo’dan uydurdukları bıçaklarla Tahmis Meydanı’nın oraya gelip her biri bir
yol tarafına öğleden pusuya yatmışlardı. Vakit gece olup el ayak çekilince,
kahve önünü süpürmeye çıkan Niyazi’yi görür görmez bıçaklarını fora edip
tepesine üşüşmüşlerdi. Niyazi koca vali paşayı vurmaktan çekinmemiş bir
sergerde, kapısının köpeklerinden mi korkacaktı? Belindeki Elbasan yapımı
saldırmayı çekip adamlardan ikisini yaralayıp bunlardan birinin de ölümüne
neden olunca mahkemesi görülmüş, nefsi müdafaa olduğunu ispat edince beraat
etmişti. Ancak Zogolli Paşa’nın adamlarını hacamat etmesinden ötürü namı almış
yürümüş kısa süre içerisinde “Zogolli’yi Vuran Niyazi” diye söylene söylene
“Zogo” lakabıyla anılır olmuştu. Şehrin Karaağaç ve Kaleiçi semtlerinin
gayrimüslim kabadayıları ile olan kavgalarında sivrilip, zindanlara girip
çıktıktan sonra da namı almış yürümüştü. Meydancılığı da bırakmış
meyhanelerden, bitirimhanelerde topladığı haraçlarla geçinir olmuş, kısa sürede
şehrin diğer şerirlerini de sindirmişti ki “Edirne’nin Fırtınası” diye söylenilir
olmuştu.
Yek at yek mızrak bu kabadayının bir
adamı vardı, o da Cüce Ragıp dedikleri Bostanpazarı’nda yatıp kalkar bir
sefildi. Şehre ne ara geldi ne vakit Zogo’ya kapulandı bilinmez yerden bitme,
Rumelili ağzıyla konuşur bir kimse. Ama öyle bir sadakati de vardı ki değme kapıkuluna,
mabeyn kâtibine taş çıkartır! Adamı denilirse de sayın ki musahibi, sağ kolu
yerinde. Ağasının işret masasında sızıp uyanacağı vakti bildiğinden
Bostanpazarı’ndan çıkar ta Kaleiçi meyhanelerine dek gider, o gecelik misafir
kaldığı meyhaneyi yahut evini bulur kapısında hazır beklerdi. Şayet ağası
emretmişse onun adına söylediği mekânlardan haraçları alır ağasına getirir,
ağasına söylenecek şeyleri sağdan soldan toplardı. Karnı doyardı, cebi para
görürdü görmesine ya asıl kazancı Zogo Niyazi’nin namından faydalanmaktı. Öyle
ya? Bir başına bir cüceden kim korkup çekince duyacak? Böylece Ragıp efendi “Zogo’nun selamı var!” diyerek canı
çektiği lokantada yer, meyhanede içer, üstüne kendisini isteseler bir kaşık suda
boğabilecek külhanbeylerine, kaldırım kurtlarına caka satar, dayılanır kimse de
kılına dahi dokunamazdı. Cüce Ragıp ömrünü hem çalışmadan ömrünü sürdürür, hem
yorulmadan kabadayılık ederdi. Hele bir de Zogo Niyazi’nin ardı sıra çalımlı
çalımlı heybetli bir yürüyüşü vardı İzmir’in zeybekleri gibi ki gören Zogo’nun
değil de onu kabadayı zannederdi. İşte Cüce Ragıp hep böyle yaşar gider,
yarınını pek düşünmezdi, zannederdi ki kıyamete kadar Zogo namını sürdürecek o
da namının etinden sütünden beslene beslene yaşayacağını umardı.
Erzurum Ayaklanması’ndan (1907'deki) takriben
bir sene sonra Edirne’ye bir başka şerir gelmişti ki esaslı konuşmak lazımsa bu
gelen Zogo’dan da diğer kaldırım kurtlarından da beterdi. Tabiri caizse yürüyen
bela, Balkanları kasıp kavuran, İlinden Ayaklanması’nın ardında yüzgeri eden,
ardından birbirlerinin kanına ekmek doğrayan komitacılardan biri olan Nikola
Voyvoda! Gaddarlığıyla tanınmakta olup kendi hemşerileri tarafından bile
sevilmeyen, denk geldiği köylüleri kasabalıları zengin fakir ayırt etmeden önce
soyan, ırzlarına el uzattıktan sonra topunu birden gözünü kırpmadan ölüme
gönderen bir insan kasabıydı. Eşkıyalıktan gelmeydi ki dağa çıkması bile genç
yaşında soygun bokuna olmuştu. Ancak devran değişip komitacılar zuhur edip
köylüler onlara meyledince kuru haydutluk para etmediğinden ve sırf meydan
komitacılara kaldı diye açıkta kalmamak adına Dâhili Makedon İhtilal Örgütü’ne
katılmış, Hristiyan Müslüman ayırmadan tavuk gibi adam keser bir caniydi. En
azılı komitacıların bile adını duyduklarında tiksindiği, kimisinin de korkuyla
bahsettiği biriydi. Sırf korku dolu ününden faydalanıp Osmanlı’ya karşı
üstünlük sağlar diye örgüte dâhil etmişlerdi. İlinden Ayaklanması zamanında
Manastır’ı kasıp kavurmuştu ki köylü kısmı kendilerine dokunmasın diye istemese
bile komitacılara katılıp Osmanlı’ya karşı vuruşmuştu. İsyan fırtınası
Balkanları kavurmuş hatta Edirne civarında “Kıyamet Günü” dedikleri bir
ayaklanma patlak vermişti ancak zeybek taifesinin deyimiyle “tavşanı arabayla
avlayan Osmanlı” her birinin başını ezmişti. Bu hadiseler, Nikola’nın Edirne’ye
gelişinden seneler önce olmuştu ama İlinden Ayaklanması’nın bastırılması örgüt
içerisindeki derin ihtilafları körüklemişti. Tane Nikolov’un tesirine karşın örgüt
ikiye bölünüp liderler birbirlerinin üzerine suikastçılar göndermeye başlamış,
bu kez namlular birbirlerine dönmüştü. “Bunun
şanı, varlığı bize yaramaz!” denilerek Nikola Voyvoda’nın üzerine de birkaç
suikastçı gönderilmiş o da bu baskını atlatıp defterden düşürüldüğünü anlayınca
akıl sır ermez bir hesapla Osmanlı’ya sığınmıştı. Komitacıları tepelemede
yardımı olur diye aff-ı şahaneye mazhar olup kır serdarlığı eden zeybek
eskileri gibi “Ne olur ne olmaz elimin
altında dursun!” diyen Osmanlı onu kabul etmiş, o da peşinden gelebilecek suikastçılardan
uzakta kalabilmek için Edirne’ye varıp gelmişti. Nasıl olsa birbirini
gırtlaklayan komitacılardan kaçmaktaydı, Osmanlı’ya da ters dönecek değil ya?
Elinde sadrazam paşa kâğıdı olduğundan kendisine hiçbir zaptiye dokunmaya cesaret
edememiş, birkaç adamıyla ve silahlarıyla birlikte ellerini kollarını sallaya
sallaya şehre gelip konmuşlardı. Konmuştu konmasına ya neyle geçinecek, nerede
yatıp kalkacak? Eşkıyalıktan gelme değil mi ya, elbette dükkânlara esnafa
çökecek onların haracını yiyecekti. Zaptiyenin ne haddine sadrazam paşa kâğıdıyla
gezen koca voyvodaya dokunmak? İşte böyle diyerek ilk gördüğü bir lokantaya
dalarak adamlarıyla yiyip içmiş, üstüne bir de para istemişti. Lokanta sahibi
Zogo Niyazi’den başkasına haraç vermediklerini söyleyince adamı tartaklamış,
haracını aldıktan sonra bozuk bir Türkçeyle: “Git Zogo pezevengini çağır!” diyerek dükkândan kovmuştu. Zavallı
lokantacı Zogo’yu ararken Cüce Ragıp’a rastlayınca olanları anlatıp musahibidir
diye onu çağırmıştı. Ragıp, Edirne’de senelerden beridir ağasına kimsenin
karışamadığını bildiğinden ve cahil lokantacının el muhtemel ava çıkmış köylü
Bulgarları komitacı sandığından emin, salına salına lokantaya girmişti. İçeriye
girer girmez Nikola Voyvoda ile nursuz suratlı adamlarını hem de tepeden
tırnağa silahlı görünce Ragıp’ın efeliği o anda sönüvermişti. “Nikola Voyvoda’yı tanıyın! Zogo dediğiniz
pezevengi bekliyorum akşama değin, o gelmezse ben üzerine gelirim!” deyince
Cüce Ragıp bembeyaz bir suratla dışarı çıkıp Zogo’nun evine doğru yollanmıştı.
Ekmek elden su gölden yaşadığının sonu geldiğinden perişan olmuştu. Şimdi bunu
Zogo’ya söylese bir dert söylemese bir dert. Ragıp, Nikola’nın namını İlinden
Ayaklanması zamanında zabitlerden şöyle böyle duymuştu, belalı olduğu aşikârdı
ama kendisi namından daha tehlikeliydi. Nikola’nın Zogo Niyazi’yi haklayacağı
gün gibi ayandı. Bunlar öyle böyle değil eli kanlı komitacıydı; üzerlerindeki
fişeklikleri, hangi Osmanlı karakolundan aldıkları bilinmez mavzer tüfekleri,
bellerinde Frenk revolverleri, görmese bile ne bok olduğunu bildiği İlinden
Ayaklanması’ndan beridir komitacıların üzerinden eksik olmaz el bombaları kendi
gözleriyle görmüştü. Gariban Zogo ne yapsın? Edirne’de kabadayıların en
ufağından ustura, en büyüğünden çıksa çıksa 93 Harbi malülü Karadağ tabancası
çıkar, değil Zogo Edirne’nin tekmil kabadayısı alay kurup gelse bunlar onları
darma duman ederdi, fişek atmalarına bile lüzum yok el bombaları Edirne’yi
yıkmaya yeterdi! Zogo halden anlayıp Nikola’nın elini öpse bile nam gitti
gider, Cüce’nin ekmeği kesilir. Hoş Zogo’yu kendinden iyi tanırdı ya teslim
olmayacağını bilirdi, hele ki deli Arnavut damarı tutmasın. Adam zamanında koca
Mat valisi Zogolli Paşa’yı çekip vurmuş, yabanın domuz çobanı Bulgar eşkıya
eskisinden mi korkacak? Zogo’nun evine varıp mevzuyu anlattığında olay tam da
düşündüğü gibi cereyan etmiş, Zogo öfkeden kızıla çalan gözlerle memleketinden
gelirken getirdiği çakaralmaz Karadağ tabancasıyla Elbasan işi bıçağı yanına
alıp evinden dışarıya uğramış, Ragıp da ardından ilk defa korka korka peşi sıra
çıkmıştı evden. Ancak bela bir kere geldi mi aksilik de üst üste gelirdi.
Edirne’de senelerden beri Zogo’dan illallah demiş Müslüman ve gayrimüslim
kabadayılar meğerse Zogo’yu bir kancık pusu da ortadan kaldırmak için
sözleşmesin mi? Evinin çıkışına pusu kurup: “Söz
söyletmeden basın kurşunu!” diye kavilleşmesinler mi? Böylece Zogo’nun
adımını dışarıya atmasıyla silahların patlaması bir olmuş, koca kabadayı bir
yandım diyemeden bir silahını çekemeden gerisingeriye yıkılmış, Cüce Ragıp da
altında kalmıştı. Zaptiyeler gelmeden bu külhaniler tüyer tüymez Ragıp da koca
bedenin altından çıkarak Zogo’yu evin içine sürüklemişti. Yağmurdan kaçarken
doluya tutulmak diye böylesine denirdi. Edirne kopuklarının hesapsız ve vakitsiz
yedikleri herzeyle Ragıp’ın da rızkı kesilmişti.
Ancak Ragıp’ın o dar zamanda aklına
başka bir fikir gelmişti. Zamanında Meriç kenarında çamaşır yıkayan kadınları
gizliden seyrettiği vakitlerin birinde kadınların bir büyücü karıdan
bahsettiklerini duymuştu. Osmanlı sarayından çıkma bir siyahi kalfa,
memleketinden öğrendiği tuhaf sihirleri ve tılsımları bilmekteydi. Kadıncağız
güya evinin arka bahçesinde ölüp kalmış bir hırsızı diriltip canlı gibi yürütüp
evinden dışarıya atmıştı! Muhtemelen koca karı masalıydı ya Ragıp’ın başka
çaresi mi vardı? Böylece Zogo’nun evinde gizlediği altınların bir kısmını kendi
cebine atıp Balıkpazarı civarında oturan saraylı kalfanın evine varmıştı. Kadın
ilkin inkâr etmiş, altınları görünce kabul etmiş, koca bez çuvalını cüceye
taşıtıp Zogo’nun evine gelmişti. Şiveli şiveli konuşaraktan: “Bu adamcağız
ayağa kalkıp yürür ama artık konuşmaz, fikri yoktur, acıkmaz, bir bebe putu
vardır ona göre yürür! Tılsımı kırmak istersen bebe putunun kafasını koparasın!”
demiş, cüce ona bile razı gelmişti. Elbet aklında bir hinlik vardı! Saraylı
kadın ölünün saçlarını alıp bebeğe bağlayıp bazı iğneler saplayıp birtakım
tütsüler yakmış, değişik bir dilde bir şeyler söyleyip sanki oyun havasına
seğirtir gibi kıvırtmaya başlamıştı. Ne ara ne olmuşsa olmuş Zogo gözlerini
tekrar açıp ayağa kalkmıştı ama eski halini ara ki bulasın! Gözleri eskisinden
daha kızıl, derisi solmuş, delirmiş gibi fersiz gözüyle sanki adamın ruhunun
derinliklerine bakmada! Kadından Zogo’yu hareket ettirmesine yarar bebeği alıp
Zogo’nun silahlarını da yanına aldıktan sonra kadınla birlikte dışarı
çıktığında hava çoktan kararmıştı. Sokağın ilerisinden Nikola Voyvoda ile
adamlarının bir hışım geldiğini görünce keyfinden dört köşe olmuştu. Hemen
onlara doğru koşturarak el etek öpüp selama durmuştu. Nikola: “Zogo vuruldu
derler! Aslı var mıdır?” deyince, “Evinin önüne pusu attılar ama vuramadılar
ağam. Zogo deyyus evindedir, eceli demek senin elindenmiş!” demiş ve sırtındaki
eteği yerleri süpüren paltonun cebindeki bebeği oynayarak Zogo’yu dışarıya
çağırmıştı. Cüce Ragıp da oyun çok! Balkan kavminin insan yana cesur ecinniden
yana korkak olduğunu bilir, bir acayip durum görseler altlarına dolduracağına
adım gibi emin! Zogo’nun cesedi sallana sallana karanlık sokakta arzı endam edince
komitacılar tabancalarını çekip Zogo’ya doğru ateş etmeye başlamışlar, ancak
zaten ölü olan Zogo onların üzerine gelmeye devam etmişti. Tabancanın kar
etmediğini şaşkınlıkla görüp istavroz çıkararak bu sefer tüfeklerine sarılıp
top güllesi misali mavzer mermileriyle Zogo’yu vurmuşlar, ancak Zogo yine
üzerlerine gelmeye devam etmişti. Zogo Niyazi, sokak lambası altına gelip delik
deşik bedeniyle, kızıl gözleri ve üstündeki kurumuş kanlara tezat soluk
bedeniyle arzı endam edince o gözü kara komitacılar tüfeklerini fırlatıp çığlık
çığlığa yüz geri edip kaçmışlardı. O günden sonra Nikola Voyvoda’yı Edirne’de
kimse görmemişti. Hatta Bulgar ordusuna katıldıktan sonra Balkan Harbi
zamanında bile Edirne istikametine yürümeyi reddedip firar ettiğinden asker kaçağı
olarak takip edilip asılarak can vermişti!
Cüce Ragıp komitacıların işini gördükten sonra asıl
Edirne külhanları üzerine olan planını gerçekleştirebilmek için gölgelere gire
çıka peşinde Zogo ile birlikte Kaleiçi’ne dek gelip en namlı kabadayıların gelip
takıldığı Maxim Meyhanesi’ne gelmişti. “Zogo’nun soytarısı!” diye takılanlarla
alay edip: “Hey avanaklar! Zogo’yu öldü sanırsınız ama ölmedi. Buraya geliyor.
Siz kevgire çevirdiğinizi zannedin, Zogo şerbetlidir ki ta yedi göbek öteden
nenesi Bojik cazısıdır, tılsımlanmıştır. Kurşun işlemez, kurşun işler olsa
Zogolli Paşa’ya nasıl kurşun ata? Ama çaresi bendedir, kurtarmam için
yalvarırsınız!” demiş ve tüm gülmeler, küfürler alaylar karşılığında sadece
sırıtmakla yetinip bir köşeye geçip oturmuştu. Zogo’nun cesedi yaralı haliyle
içeriye dalar dalmaz kimi korkudan bayılmış, kimi duaya kimi namaza durmuş,
kimi kaça durmuştu. İçlerinden yürekli bir tanesi çıkıp: “Bakalım tılsım kaç
para Niyazi!” diyerek belinden çektiği revolveri Niyazi’nin kafasına doğrultup ateşlemiş,
adamın beynini paramparça etmişti. Ancak Zogo yine yürümeye devam edince
korkudan olduğu yerde can vermişti. Zogo üstlerine geldikçe altlarına pisleye
pisleye bir köşeye kaçmışlar, Cüce Ragıp’a yalvarmaya başlamışlardı. Ragıp oyun
gereği bir anda Zogo’nun bıçağını belinden sıyırıp cesede saplar saplamaz
paltosunun cebindeki kuklanın başını kırarak ezmiş, böylece yürüyen ceset
olduğu yere yıkılmıştı. Külhanbeyleri kendilerini kurtardı diye cücenin
ellerine yapışmış hepsi Ragıp’a biat etmişti. Ancak ne olur ne olmaz Niyazi
yine hortlar diye Edirne’nin Bulgar köylerinden birinden usta bir cadıcı
çağırılmış, kalbi çıkartılarak haşlanmış, cesedi göbeğinden yedi kere toprağa
kazıklandıktan sonra yakılıp öyle gömülmüştü. Ragıp da yaptığı iyilik karşılığı
sırrını açık etmesin diye saraylı kadına her ay aldığı haraçtan bir miktar
göndermiş, ta Balkan Harbi’ne dek bu düzeni sürdürmüş, İttihatçıların beli
makineli fedaileri bile ona ilişmeye çekinmişlerdi. Neyden sonra harp zamanı
gelip seferberlik ilan edilince Edirne’nin diğer külhanbeyi, kabadayı
taifesiyle birlikte cenkten korkup şehirden savuşup gitmiş öylece de ortalıktan
kaybolmuştu. Savaştan çok çok sonraları bunların bir kısmı geri dönmüş ancak
Ragıp da dönmeyenler arasında yerini almıştı. İlkin öldü sanmışlar ancak
İstanbul’da nev zuhur bir kabadayının yanına kapılandığını duyunca da hiç
şaşırmamışlar; “Aslına rücu etmiş…” demişlerdi!
SON
Mehmet Berk Yaltırık
20 Ekim 2013 – İstanbul
* Söz konusu
kişinin Edirne’de 2012’de vefat eden Zogo Pastanesi’nin sahibi Zogo lakaplı
Niyazi Aydınlık ile arasında sadece isim benzerliği bulunmakta olup kendisiyle
bir alakası yoktur, hayali karakterdir. M.B.Y
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder