2 Mart 2012 Cuma

Ecel ya da Ecelsiz Cihan'ın Son Cengi

(İlk Yayınlanış: Ecel, Gölge E-Dergi, 44.Sayı, Mayıs 2011, s.70-73.)

(21 Ramazan 1008 - 5 Nisan 1600)
1.Anadolu Beylerbeyinin Kapu Halkını Yolladığıdır
            Tokat valisi Şadi Paşa, konağının avlusunun ortasında dikilmekte olan fakir kılıklı köylüye kızgın gözlerle baktı. Elinde tutmuş olduğu bizzat köy kadısının yazmış olduğu şikayetnameyi tekrar okudu. “İş bu şikayetname Vilayet-i Rum’a bağlı Tokat sancağının Evrengedik karyesinin kadısı Müsellahzade Ahmed Efendi’nin hükmüyle yazılmış olup, mezkur karyenin ve yine bir takım mamur karyelerin başına bela olagelmiş, türlü mazarrat-ı isâl, mukatele, ırza tecavüz ve haramilik gibi suçlarla malum olan Şahsuvaroğlu nam şaki, uzun bir müddet karyelerde görünmemiş olup Evrengedik dağında saklanmaktadır. Mezkur eşkıyanın uzun bir süredir haramilik etmeyişi, kadı hükmünce çevresine asker toplamaya çalıştığının delilidir. İş bu nedenden ötürü, Tokat valisi Şadi Paşa’dan söz konusu bu erazile makulesinin ve def-i içün sancaktan tabur önemle arz oluna.”
            Şadi Paşa öfkesinden burnundan solumaktaydı. Celali İsyanları’nın Anadolu’yu kasıp kavurduğu, bazı sancak beylerinin bile çiftibozan levent taifesine karışıp adamlarıyla haramiliğe başladığı yıllardı. Elinde asker çoktu ama Tokat’tan tabur göndermek hiç işine gelmiyordu. Karayazıcı Deli Hasan taifesi ordu olmuş, Anadolu’da kol geziyordu. Fırsatını bulsa Tokat’a bile saldırmaktan çekinmezdi. Diğer yandan etrafına başka çeteler toplamakta olan ve saldırı için fırsat kollayan başka bir eşkıyanın varlığı ayrıca düşündürüyordu. Yeni bir Karayazıcı isyanı belki de bu havaliden çıkacaktı. Bozkırın sert rüzgarı avluda uğuldarken Şadi Paşa bunları düşünmekteydi. Karayazıcı gelir diye beklemek mi yoksa yeni bir Karayazıcı’yı beklemek mi? Celaliler, her an taraf değiştirebilecek sekbanlar, dağa çıkmaya meyilli çiftibozan leventler, güç ve makam meraklısı sergerde ve şaki paşalar, medresede geleceksizlikten ve kadınsızlıktan kendini dağlara vurmuş suhteler, bir nice erazile makulesi etrafında kendileri gibi adamlarıyla köyleri ve kasabaları vurmaktaydı. İstanbul çok uzaklardaydı, devşirildiği Balkan köyü hatıralarından bile uzaktaydı. Burada her gece baskına gelebilecek Celaliler, sonsuzluğa uzanan kıraç bozkırlar ve çatlamış topraklar kadar harap düşmüş insanlarla, dağılmış ailelerle, yetimlerle ve öksüzlerle başbaşaydı. Şimdi ise o insanlardan biri elpençe divan karşısında beklemekteydi. Şadi Paşa şikayetnameyi katladıktan sonra haberi getiren köylüye sordu: “-Bu Şahsuvaroğlu’nun kaç adamı var?”
            “-Bilmiyoruz paşam bugüne değin dört karye, iki mera basmıştır. Beş kişi varmış yanında. Tokat zindanından birlikte kaçtığı eşkıyalardan olsa gerek.”
            “-Bu kadı beş çapulcu için niye bir tabur asker ister?”
            “-En son bizim orada bir merayı bastılar. On gün oldu. Köylüde ne varsa almışlar. Onlarda aç bizde aç bu kadar süre dağda kalmazlar dedi kadı. Asker toplar diye şüphelenir. Zaten hem eşkıya hem de son günlerde artarda gelen zelzeleler belimizi büktü.”
            “-Yedi günde ordu toplanmaz, sultanın ordusu bile ferman zoruyla bir ayda toplanır. Ama yılanın başını ufaktan ezmek gerek. Madem bunun yanında beş tane ipten kazıktan kurtulma iblis var. Kurdu basmaya kurt gibi köpek gerek derler.”
            Kadı avlunun ucunda beklemekte olan aseslerden birine seslendi: “Ecelsiz Cihan’la adamlarını çağırtın bana!” Ases çıktıktan sonra köylüye dönerek: “Tabur gönderemem. Ama size kendi kapularımı gönderiyorum. Bosna sancağının delileri. Bunları cenkte düşman üzerine göndeririz. Kelle keserler, adam basarlar. Pehlivan yıkar, yiğit deler mızraklarıyla dünyayı küffara dar ederler alimallah.” Dedi.  O sırada paşanın konağının öbür tarafında mutfakta bir hareketlilik vardı. Şadi Paşa’nın vakti zamanında Avusturya savaşları sırasında gösterdiği yararlılıktan ötürü Bosna Beylerbeyi ona kendi kapusundan yetişme Deliler Ocağı’ndan beş deliyi Şadi Paşa’nın hizmetine vermişti. Şimdi Şadi Paşa’nın mutfağında oturanlar ise Ecelsiz Cihan’la maiyetiydi. Deliler ocağının içerisinde geçmişi en karanlık olan bu adamın bazı siyasi nedenlerle ta Bosna’dan bu kadar uzağa, Tokat’a tabiri caizse sürülmesini buna yoruyorlardı. Ecelsiz Cihan dev görünüşlü, çakır gözlü, balta kesmez palabıyıklı bir deli yiğitti. Sultan Murad devrinde Vilayet-i Arnavutluk’tan yeniçeri namıyla devşirilmiş, bazı kavgalardan ötürü cellat eline kadar düşmüşse de idamdan kaçarak kurtulmuş, araya adam sokarak Bosna beylerbeyinin kapı halkı arasına kapılanmıştı. Namının Ecelsiz olması bundandı. Şimdi ise günleri Tokat’ta eşkıya takibiyle geçmekteydi.
            Daha yeni bir takipten dönmüşlerdi. Ahalinin korku dolu bakışları altında, sırtlarında hayvan postları, üstlerinde tüfeklerle kılıçlar, topuzlar, bellerinde eşkıya kelleleri, üstlerine başlarına kan sıçramış bir halde, dev görünümlü ve kanlı gözlü bu adamlar şehirde ilerleyerek at sırtında paşanın konağına girmişlerdi. Mutfak kısmına girmişler, ellerini yarım ağız tulumbada yıkadıktan sonra sofraya çökmüşler, her biri bir kızarmış tavuğun başına çökmüştü. Paşa’nın çağrısı üzerine her biri yerinden kalkarak Ecelsiz Cihan’ın ardından avluya girdiler. Şadi Paşa’nın huzuruna çıkar çıkmaz el etek öptükten sonra elpençe divan beklemeye başladılar. Şadi Paşa, bu beli kılıçlı, kafalarına açtıkları ufak kesiklere kartal tüyleri yerleştirerek rütbelerini gösteren bu adamların bu halde durmalarından dolayı mehabete kapılmıştı. Köylüyü göstererek gürledi: “-Cihan! Bu adamı da alıp Evrengedik karyesine gideceksin. Şahsuvaroğlu isminde bir şaki varmış. Peşinde ne kadar iblis varsa topunun kellesini alıp gelin!”
            “-Emredersiniz paşam!” diye hep bir ağızdan delilerin gürlemesi avluda çınladı…
2.Ecelsiz Cihan’ın Evrengedik’e Geldiğidir
            Evrengedik köylüleri korku dolu bakışlar altında köye giren beş atlıya bakmaktaydılar. Tepeden tırnağa silahlanmış ve ayı, kurt, kaplan gibi vahşi hayvanların postlarına bürünmüş, yaralı başlarında tüyler taşıyan bu gözü kanlı, pehlivan yapılı adamları görenler korkularından çocuklarını evlerine birer birer alarak pencere önlerinde perde kenarlarından gizli gizli onları seyretmekteydiler. Ecelsiz Cihan’la adamları, köylünün önünde kadının evine doğru atlarını sürmekteydiler. Kadının evine gelince atlarından inerek onları evin önündeki yalağın oraya bağladıktan sonra kadının kapısını çaldılar. Dışarıya çıkan Kadı Ahmet, etrafına bakındıktan sonra delilere bakarak sordu: “-Diğer askerler nerede?”
            “-Biz geldik işte. Beş it için bir tabur asker mi kalkarmış? Karayazıcı mı Köroğlu mu bu!”
            Kadı hışımla köylünün üzerine yürüyerek gürledi: “-Lan it! Sana demedim mi Şahsuvaroğlu’nun ordusu var diyeceksin bize en az bir tabur asker lazım diye?”
            “-Kusura bakma beyim. Vallahi paşanın karşısında korkudan dilim tutuldu. Gerçeği de söyleyemedim.” Ecelsiz Cihan, en cesur şövalyeyi bile korkudan öldürtebilecek bakışlarıyla kadıyı olduğu yere mıhladı. Gürledi birden: “-Ne söyler bu adem kadı efendi? Hangi gerçeği söyleyememiş.”
            “-Ağa sana söylerim söylemesine ama mesele çok başka. Bizim başımıza öyle bir şey musallat oldu ki düşman başına. Bunu biz zaptedemedik, tepelese tepelese Zilullahı fi’l Arz padişahımız efendimizin mübarek ordusu tepeler dedik. İstersen burada onu görenlere sor, kurtulan köylülere sor. Bir haftada beş köyle iki merayı yok etti. Canlı kurtulan beş adem ya var ya yok. Doğrudan size anlatsak bana deli deyip bimarhaneye gönderirlerdi alimallah!”
            “-Eşkıya değilse ne canavar mıdır bu?”
            “-Ağam bizden eskiler anlatırdı. Bu dağda evvelden bir ejderha yaşarmış. Buranın ismi de oradan gelmedir zaten. Eskilerimiz ejdere evren dermiş. Bize öldürüldü diye anlatırlardı meğersem dağın yücesinde uyurmuş. Biz kendi yiğitlerimizi alıp bu Şahsuvaroğlu denen itin peşine düşmüştük. İkinci günüydü aradığımızın bende başlarındayım. Arada bir zelzele felan olurdu yine oluyor ama hafif bir sallantı. Bir baktık Şahsuvaroğlu avrat gibi çığlığı basmış koşarak dağdan aşağıya iniyor. Peşinde de bu köy kadar büyük ejderha. Üç köylü oracıkta neredesye delirdi, beşi bayıldı biz bile duramadık o korkuyla kaçmaya başladık. Ağzından harladığı alevle Şahsuvaroğlu harlandı, ağaçlar tutuştu biz ateşinin yalımını ensemizde hissettik. Yemyeşil zırhlı, dört ayaklı kertenkele gibi, uzun kuyruklu, yılan başlı, kızıl gözlü, alev püskürtür bir cins hayvan! Beş köy, iki mera elinden kurtulamadı. Civarda karye kalmadı yakında buraya da iner.”
            “-Deli deli konuşma kadı efendi ejderha gören mi kalmış? Eşkiyalar kılık değiştirmişlerdir öyle sanasınız diye, hokkabazlık etmişler belli. Hem gerçek olsa ne çıkar? Bizi gören koca Avusturya banlar, hersekleri, şövalyeleri kaçacak delik ararlardı!”
            “-Ağa ben serhaddide gördüm sizinkilerden de çok adam gördüm. Bu ejderha başkadır. Bunlar Sırp süvarilerine, Leh akıncılarına, Macar hayduklarına, Alaman Şövalyelerine benzemezler. Tüfenk yahut ok işlemez bu mahluka!”
            Tam sözlerini bitiremeden yerin sarsılmaya başladığını hissettiler. Civardaki köylüler çığlık çığlığa bağrışarak etrafa dağıldılar, kaçarlarken “O geldi!”, “Öldük biz!”, “Ejder dağdan iniyor”, “Dağın sahibi geldi!” gibisinden bağrışıyorlardı. Ecelsiz Cihan ve adamları gözleriyle görmüşlerdi dağdan tüm azametiyle inen şeyi. Yemyeşil zırha bürünmüş gibiydi. Bedeni kalın tomruğa ağaçları kütüğe benziyordu. Kızıl kor gözlerinden muazzam bir öfke vardı. Ağzından alev saçarak, gövdesinin ve kuyruğunun sürüdüğü yerlerdeki ağaçları dağdan devirerek iniyordu. Ömürleri savaşlarda geçen ve korkuyu uzun bir süre önce unutan deliler yeniden korkmaya başlamışlardı ama yine de inançlarından gelen ve namlarının taşıdığı delilik onlara geri adım attırmıyordu. O dar zamanda Ecelsiz Cihan’ın aklına şeytani bir fikir düşmüştü. Ucunda ölüm olan bir fikirdi bu. Ama bunu düşünmedi çünkü ona deliler ocağında düşünmekten ziyade korkmamayı öğretmişlerdi. Adamlarına ve kadıya gürledi: “-Ben bu iblisi tek başıma zaptederim! Bana ufak bir kağnı bulun, at arabası kadar ufak olsun. Atlar bağlansın. Birde büyük şarap fıçısı getirin içi boş olsun. Ne kadar barut, misket, seramik, cam, çivi, demir parçası, neft, kükürt ve güherçile varsa getirin ve fıçıya boşaltın.”
            Ejderha ağır ağır düzlüğe doğru ilerlerken Ecelsiz Cihan’ın emriyle araba hazırlanmaya başlamış, fıçının için kendi adamları da dahil olmak üzere barut fıçılarını boşaltmaya başlamışlardı. Ayrıca güherçileyle, kömür tozuyla ve pek çok çivili, seramik eşyayla birlikte bir nice şeyde atmışlardı. Tamam olunca kapağı çivilenmiş ve dışına uzunva bir tüfenk fitili yerleştirmişlerdi. Ecelsiz Cihan’ın Deli damarı tutmuştu. Araba hazır olunca yoldaşlarıyla helalleşerek arabaya binerek ejderin olduğu yere sürmeye başladı. Arkadaşları son hücumuna hazırlanan önderlerini yalnız bırakmamak açısından ta eski göçebeler zamanından beri yaptıkları bir adeti sergilediler. Köylüden aldıkları beyaz çarşaflara bürünüp kendi atlarına bindiler. Atlarının kuyruklarını bağladıktan sonra onunla birlikte köyün çıkışına yaklaştılar. Gözlerinde tek damla yaş yoktu. Onlar şimdi son hücumlarına kalkmakta olan delilerdi. Yapacakları adette ta eski devirden kalma, ölüm hücumuna kalkan serdengeçtilerin yaptığı bir adetti. Köyün çıkışına geldiklerinde Ecelsiz Cihan’ın dağı taşı inleten gürlemesiyle birlikte onun söylediği “serdengeçti duasını” tekrarladılar:
            “-Serhaddin hali böyledir! Yiğit başından kale eksik olmaz!”
            “-Yiğit başından kale eksik olmaz!”
            “-Rumeli gazileri!”
            “-Kelle verilir, kal’a verilmez!”
            “-Yazılan gelir başa!”
            “-Yazılan gelir başa!”
            “-Gazi yoldaşlarım! Ecel şerbetini içmeye, hücum!”
            Ecelsiz Cihan’ın hücum narasıyla birlikte eski serdengeçtiler gibi atlarının kuyruklarını keserek atlarını hücuma kaldırdılar. Sahipleriyle nice harplere, gece baskınlarına, çevirmeye katılmış olan serhat atları dağı taşı çınlatan kinlemeleriyle ejderhaya doğru atıldılar. Kılıçlarını çekmiş delileri gören ve kendisine doğru gelmekte olan arabayı gören ejderha iştahla ağzını açarak üzerlerine seyirtti. Deliler düşman titreten naralarıyla ejder yakınlaştılar. Ecelsiz Cihan atlarla birlikte ejderhanın ağzına dalar dalmaz hissettiği son şey boğazdan gelen alevlerin yalımlarıydı. Yeri göğü sarsan muazzam bir patlama meydana gelmişti. Köylülerin gördüğü son şey, üzeri yarılmış dumanı tütmekte olan bir ejderha ve yoldaşlarının ardından ecel şerbeti içmeye giden delilerden kalanlardı.
                                                           SON                                        Mehmet Berk YALTIRIK
10 Nisan 2010 – Edirne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder