12 Şubat 2013 Salı

Büyücünün Tuhaf Romantizmi-2


Vampir bir anda pelerinini savurup karanlığa doğru kanat çırparken büyücü son kez Taryal’a kindar bir bakış atarak eşkıyanın çekiştirmesiyle şatodan çıkarak Üniversiteler Şehri’nin eğri büğrü taş yolları üzerinden karanlıklara karıştılar. Ancak kaçarlarken büyücünün kafasında hesap daha kesilmemişti ve aklında başka ihtimaller de vardı. Karanlık ihtimallerdi. Meşaleliler ile meşale yakmaya bile fırsat bulamayıp taşlarla sopalarla mücehhez öfkeli bir kalabalık, kör karanlıkta kendilerine söylenen büyücüyü aramaktayken şehrin ıssız köşelerine doğru kaçışmakta olan iki lanetli, sefil gölge adımlarını hızlandırmıştı. Aralarında hararetli bir tartışma geçmekteydi:
Eşkıya: ”İddia ederim bunu yapacağını biliyor olamazdın…”
Büyücü: ”Doğruya doğru bilemezdim…”
Eşkıya: ”Büyücü değil misin aga tahmin etmen lazım aslında…”
Büyücü: ”Nasıl tahmin edeyim geri zekâlı? Münneccim değilim, kahin değilim. Medyum hiç değilim! Benden durmuş küçük hesaplar peşinde koşan, tuhaf bir kızın geleceğini görmemi, zihnini okumamı bekliyorsun!”
Eşkıya: ”Tamam aga bilemezdin. Kimse bilemezdi. Ama yine de anlayamıyorum. İçinde yaşadığımız durum kasaba kasaba gezen meydan tiyatrocularının komik oyunlarına benziyor… Pardon o tiyatro gecesini hatırlattım ama…”
Büyücü: ”Aydınlanmaya başlıyorsun. Ne yalan söyleyeyim ben de yeni aydınlanmaya başlıyorum bazı konularda…”
Eşkıya: ”Bizi yakacaklar değil mi?”
Büyücü: ”Aydınlanma hedefine ulaşmış… Ellerine düşersek evet… Ama şehir muhafızlarının eline düşersek zindanı da boylayabiliriz. Durumumuz her halükarda sakat. Hatta yakalandığımızda kilise ve konsey arasında çıkacak “devletin öncelikleri mi dinin öncelikleri mi” temalı bir tartışma ve iç savaş bile çıkabilir, bizim durumumuz ilk. Fakülte tezlerine, araştırmalarına konu olacağım… En acısıysa tarihçilerin ağzına sakız olacağım. Bu gece ve beceriksiz aşk hikayem her zaman konuşulacak. “Her şey sarsak bir büyücünün aşık olduğu soylunun şatosunu basmasıyla başladı”lı cümleler kuracaklar, kitaplar yazacaklar. Karanlıklar Efendisi olmak isterken sosyolojik bir vakanın öznesi olacağım!”
Eşkıya: “İyi yönünden bak en azından tarihe geçeceksin. Tabi birinden biri önceden ele geçirmezse.”
Büyücü: “Büyücü, vampir, gulyabani… Şuraya bak, altın versen bu kadar farklı ırktan adamı bir araya getiremezsin. D’hemel’in müdahale ettiği fıkralarda olur bu ancak!”
Acunal’ın tanrıları arasında mizah tanrılarının oldukça önemli bir yeri vardı ama bu detay açısından önemliydi. Yoksa onların çoğu sonradan tanrı yapılmıştı ve bir özellik bahşedilmişti. Mesela Celmyelez sıradan bir tiyatrocuyken yaptığı şakalar nedeniyle kıtalar arasında ün kazanmış, en son gösterisinin ardından Espri Tanrısı yapılmıştı. Nasradan bir çok hikayeye konu olmuş mizah kabiliyeti gelişkin bir cin-insan melezi iken Mizah Tanrısı olmuştu. D’hemel ise Bazilikaros’un kıyı yecüclerinden biri olarak olmadık ırktan kişilerle olmadık fıkralara ve hikayelere neden olan, her fıkraya müdahil olan bir tip olduğundan Fıkra Tanrısı yapılmıştı. Onun fıkraları hep “Bir cin, bir insan, bir gulyabani bir de bizim D’hemel” şeklinde başlamasıyla ünlüydü. Diğer tanrılarla birlikte, batı denizlerindeki buzulları ve denizi kaplayan gemilerden ve arabalardan oluşma muazzam bir trafik denizinin ardındaki Beylikdağı’nda otururlardı.
Eşkıya: ”Cahil bir eşkıya olabilirim ama bana bile garip geliyor. Basit bir soylu nasıl olur bu kadar ölümsüzü birbirine kırdırabilir? Birbirine düşürebilir? İnsan olsanız anlarım ama bir vampir, basit bir mezarlık gulyabanisi ve bir büyücüyü birbirlerini anlamadan etkileniyor ki bunlar hesaplarını asırlara yayan, ölümlülerden daha zeki varlıklar sayılıyor, sonra ölümsüz bir vampir ya da büyücü kraliçe olma şansı varken, mezarlık gulyabanisini seçiyor. Neden? Orman ortasında sefil bir sofra kurdu diye! Ayrıca mezarlıkta piknik nedir aga nasıl bir mide bu?”
Büyücü: ”Ben anlamıyorum işte. Bir mezarlık gulyabanisi bir insana ne vaat edebilir ki? Bu kız asırlarca ölümsüz olabilir yahut dünyanın tılsımlarına sahip olabilirdi. Ömrünü mezarlıklarda taze çürümüş ceset arayarak geçirmek mi istiyor?”
Eşkıya: ”Cahil bir eşkıyayım… Ama kadınları biliyor zannederdim kendimi. Şimdi ise hiç bir fikrim yok…”
Büyücü: ”Peh! Hadi sen cahilsin! Ya ben! Okuyanların delirdiği, insan derisinden yapılma kitaplar okudum. Duvarlarında kanlar akan, etten ve kemikten inşa edilme lanetli mezarlarda ve hortlakların cirit attığı tozlu kütüphanelerde sabahladım! Hala anlayamıyorum! Uğursuzluk mekanizmasını anlıyorum bunu anlayamıyorum!”
Eşkıya: ”Şimdi özetle, ikiniz aynı zamanda şatoya tesadüf ettiniz ve o üçüncüyü seçip çığlık çığlığa üçünüzü ihbar etti. Bu bence bir kadının dürtüleri olamaz. Daha örgütlü bir şey bu… Nereden baksan ahmakça…”
Büyücü: ”Örgütlü?”
Eşkıya: ”Vampir avcıları ve Engizisyonun ortak çalışması olabilir. Ölümsüzleri ölümlüye çek ve birbirine düşür! Sonra onları ortaya çıkar!”
Büyücü: “Uzun ve saçma bir plan. Bu kadar zekasız olsalar ikinci mabedi açmaları bile şüpheli olurdu. Ayrıca vampir avcıları ve engizisyon bir arada… Bunun mantığı yok…”
Eşkıya: “Neresi mantıksız? Amaçları aynı değil mi?”
Büyücü: ”Düşman krallıkların ve hanlıkların şövalyelerini düşün. Şövalyelerdir ama birbirlerine düşmandırlar. Engizisyoncular, vampir avcılarına pagan gözüyle bakar, sarımsaklar, tılsımlar vesaire yüzünden. Vampir avcıları ise engizisyonculara yobaz ve radikal ruh hastaları gözüyle bakar ki öylelerdir.”
Eşkıya: ”Doğru söylüyorlar. Biri pagan diğeri yobaz…”
Büyücü: ”İşte iki taraf da haklı olduğu için zıtlaşırlar. Üstelik bu yüzden bir araya gelmelerini tehlikeli sayarlar. Bir engizisyoncu ile bir vampir avcısını, vampir tabutunun başına getir. Saatlerce vampiri öldürme yöntemleri üzerine tartışırlar. Biri diğerine “Ulan pagan! Ölü yakılır mı lan? Bu Ateş Kültü bildiğin!” der. Öteki de “Seni geri kafalı! Cadıları yakmak da Ateş Kültü sayılır o zaman!” der. Sonra öteki der ki: “Cadı cadıdır! Vampir vampirdir!”. Öteki de der ki: “Vampir avcısı olan benim, cadı yakmak senin işin, bana işimi öğretme!” Tartışma o kadar uzar ki sonunda güneş batar ve tabutundan uyanan vampir iki angutun işini oracıkta bitirir.”
Eşkıya: ”Anladım. O zaman büyücü avcılarının işi olabilir mi? Seni yok etmek için?”
Büyücü: ”Büyücü avcısı diye bir şey yoktur. Hem ben henüz karanlıklar efendisi olmadım bile niye öldürülmek isteneyim?”
Eşkıya: ”Neden? Vampir avcısı, hayalet avcısı var. Ejder avcısı bile var.”
Büyücü: ”Çünkü büyücüler salgın hastalık gibi geldikleri şehirdeki insanları kan emicilere çevirmezler. Yahut bir eve yerleşip geceleri uğuldayıp, zincir şakırtısı sesleri çıkartmazlar. Yahut bütün bir şehri yağmalayıp güzel prensesi mağarasına kapayıp ortalığı ateşe boğmazlar. Prenses kaçıran büyücüler var gerçi ama eh onlarda hikayenin sonunda öldürülür bilirsin, dev kılıçlı kahraman gelir ve büyücüyü gebertir, kızı öper, sonra da bilirsin işte… Bu yüzden insanlar büyücüleri avlamak için bir kurum düşünmemiştir. Gördüklerinde korkmak ve titreyen parmakla göstermek haricinde…”
Eşkıya: ”Ama engizisyon sizi avlıyor ve yakıyor?”
Büyücü: ”Engizisyon mallarına el koymak için zengin toprak sahibi köylüleri de yakıyor. Şifalı ilaçlar yapıp doğum kontrolü engelleyen, böylece kilise için daha fazla vergi kaynağını kurutabilecek insanları da yakıyor. Kilise reform isteyenleri de yakıyor. Bazilikaros’a Güneşli Seferi yaptıklarında paganları da yakmak istiyor. Onlarınki dinsel bir mesele…”
Eşkıya: ”Peki şimdi ne yapıyoruz?”
Büyücü: “Kaçıyoruz işte…”
Eşkıya: “Öyle değil genel olarak. Şatoya saklanalım diyeceğim ama kız çoktan eşkâlimizi vermiştir adamlara, bulurlar bizi. Bence yine dağa çıkalım, Vampirain dağları burnumuzun dibinde hemen.”
Büyücü: ”İlk önce şehirlileri atlatıp bir an önce buradan uzaklaşacağız. Engizisyon peşimizdedir şimdi ve bizi ele geçirmeleri pek de iyi olmaz.”
Eşkıya: ”Peki ya sonra? Hani kurtulduk diyelim. O soyluya bir şey yapmayacak mıyız? Yahut kapanacak mı mesele?”
Büyücü: ”Bir planım var elbet. B planım değil tabi bunu biraz önce geliştirdim. Büyücülükte öğrendiğim yegâne önemli şey, o anda bile bir B Planı üretebilmektir. Bu da onlardan birisi.”
Eşkıya: ”Ne yapacağız?”
Büyücü: ”Öncelikle bu hengâmeden kurtulacağız. Sonra da o vampir bozuntusunu bulacağız.”
Eşkıya: “Anladım. Engizisyon eline düşmektense şiir dinleyerek intihar edeceğiz. Bu da bir çözüm tabi.”
Büyücü: “Ne intiharı be? Aklımda bir şüphe belirdi, senin şu kızla ilgili sözlerinden sonra mantıklı gelmeye başladı.”
Eşkıya: “Kız örgütlü mü yani?”
            Büyücü: “O değil, kızın bizleri tesadüfen seçmediği hakkında söylediğin. Bana öyle geliyor ki bu kız bizleri tesadüfen seçmedi. Şehrin gizli cadı oluşumlarıyla bağlantılı olabilir, gizli pagan olabilir. Sadece ego peşinde de koşabilir. O yüzden o vampiri bulacağız. Vampirlerin istihbarat ağı oldukça geniştir ve bir falcıya göre daha garantilidir.”
Eşkıya: ”Peki sonra?”
Büyücü: “Tabi elimizdeki vampir şiir ve edebiyatla uğraşan ama bunu pek beceremeyen birisi... Düşün bu adam karizmatik bir vampir ama rakibi olan gulyabani bunu alt edebiliyor. Tam bir umutsuz vaka… Gerçi beni de alt etti ya neyse. Onda aradığımız cevaplar olabilir…”
Eşkıya: ”Onda yoksa?”
Büyücü: ”Düşündüğüm bir kaç kişi var elbet… Bir büyücünün çevresi her zaman geniştir! Tabi sayımızdan dolayı belki ama sadece yeryüzünden değil. Yeraltından, ötelerden de tanıdıklarım var.”
Eşkıya: “İblisler kahvesinden adam döker gibi konuştun…”
Gölgeler daha da sindiler duvar diplerine ve şehrin öteki ucundaki grotesk ve ucubik görünümlü karanlık şatoya doğru tabiri caizse sürünerek ilerlediler. Taş binaların saçak gölgelerinin birinden çıkıp diğerine giriyorlardı. Engizisyonu şimdilik atlatmış gibilerdi ancak çok uzaklardan belli belirsiz bazı sesler gelmekteydi. Meşhur Kemik Köprü’den geçerek (kadim bir yöresel kahraman Vampirainli Agrabul’un yok ettiği çok eski bir karanlıklar efendisi’nden kalma kaval kemiğinden işlenerek yapılmıştı) üniversiteler yakasına geçmişlerdi. Büyücünün lazım olabileceğini düşündüğü birkaç şeyi almaları gerektiğinden yolu bu denli uzatıp kaldıkları mütevazı kuleye gelmişlerdi. Öğrencilere tahsis edilen hem yurt hem laboratuvar amaçlı mekanlardı ancak bu sadece büyücülere uygulanan bir ayrıcalıktı. Yine de Wyern, burayı “şato” olarak anmayı kişisel komplekslerinden ötürü tercih ediyordu. Büyücü kirli bir çuvala buhurdanlık, bir-iki kitap/defter, birkaç kemik parçası, çeşit çeşit kutular ve cam eşyalar, kat kat kağıtlara sarılmış birkaç ceset parçası, birkaç gün görmemiş tılsım doldurduktan sonra, geldikleri gibi ışıkları yakmadan ses çıkarmadan “şatodan” (kule yani) arazi olmuşlar, dış mahallelere doğru yönelmişlerdi. Yine gölgelerde saklanarak yürüyorlardı. Onları gören kenar mahalleliler tekin bir tip olmadıkları gerekçesiyle onlara yanaşmaya çekinmişler, yollarını kesmekten imtina etmişlerdi.
Eşkıya: “Gecenin bu saatinde sokaklarda ne işimiz olabilir?”
Büyücü: “Niye? Garip mi geldi? Bizleri bilirsin… İşlerimiz birazcık gizemlidir ve karanlıkta yapılması gerekmektedir. Çünkü gündüz vakti çuvalında ceset parçalarıyla dolaşan gulyabani kırması eciş bücüş suretli bir varlığı görmeyi insanlar normal karşılamaz. Normal karşılamayan insanlar anormal yollara saparlar, ellerine meşale alıp “Lan hadi şu harap şatoyu yok edelim! İçindeki büyücüyle beraber!” gibi…”
Eşkıya: “Bana kısa cümleler kur aga eğitimimiz yok bizim…”
Büyücü: ”İyi işimiz var… Böyle bil, evet işimiz var…”
Eşkıya: “Ne yapıyoruz anlamıyorum ki? Peşimizde bir sürü kişi var ki hala buraya gelmedilerse kız bizi ihbar etmemiş muhtemelen. Daha ne aranıyoruz? Birini mi boğazlayacağız?”
Büyücü: ”Hayır…”
Eşkıya: ”Ayin için kız kaçırma? Hani lanet büyüsü geyiği?”
Büyücü: ”Hayır…”
Eşkıya: ”Mezardan ceset çalma…”
Büyücü: ”Çeneni kapa, engizisyoncuları tepemize toplayacaksın!”
Eşkıya: “Ben de bunu anlamıyorum. Cadı yakıyorlar tamam ama büyücü niye? Fakültesi bile var yasadışı değil ki. Hem bir büyücü büyücüdür cadı ise cadıdır. Niye gerilim yaratıyorlar?”
Büyücü: ”Gece yarısı kadifeden cüppe ve kukuletaya bürünüp kanlı bir katille, ceset parçalarıyla yürüyen birisini gördüklerinde onlar için cadı olup olmadığı fark etmez. Yakarlar… Mecaz olarak değil, gerçekten yakarlar, kelimenin tam anlamıyla…”
Eşkıya: ”Sen de ne yapacağımızı söyle o zaman ona göre hazırlayım kendimi?”
Büyücü: ”Kendini niye hazırlıyorsun gerdeğe mi gireceksin? Ama susman için söylüyorum bir çare arıyorum. İçinde bulunduğumuz bu duruma. Genel olarak sadece Taryal ile olan olmayan ilişkim için değil. Uzun yıllar yaşadım ve yeryüzünü gezdim. Tam birini buldum derken bir bakıyorsun gerçek aşk sandığın bir mucize! İşte o kişi seni istemiyor. Bunu hiç birimiz istemeyiz. İşte istememeyi isteğe çevirecek bir şeyler arıyoruz… Yani kıza kötülük yapsam daha beter olacağıma kızı kendime aşık ederim daha iyi.”
Eşkıya: ”Vaay ince iş! Zaman vermen yeterli, hemen dağa kaçırırız!”
Büyücü: ”Senin sorunun da bu işte… Büyüyle ilgili bir meselede bile dağa kaldırmak, yol kesmek, adam öldürmek! Boyut kapısı açıp uyuyan bir iblisi çağırmayı denesek, sen gidip iblisin çocuğunu dağa kaçırıp, fidye olarak yeryüzüne gelmesini isteyecek tıynette birisin!”
Eşkıya: ”Ne yapacaksın o zaman?”
Büyücü: ”Şimdilik bilmiyorum. Kabiliyetlerim bu konuda sınırlı… Yani aşk büyüleri uzmanlık alanıma giren bir şey değil. Sanırım kendi tarzımla yapacağım bu işi. Ona musallat olmakla başlayacağım…”
Eşkıya: ”Niye? Niye ona bir şeyler musallat edeceksin ki?”
Büyücü: ”Hoş değil, değil mi?”
Eşkıya: ”Yok ondan değil ama bir düşün. Şimdi Taryal korktuğu zaman seni isteyeceği sonucuna nereden varıyorsun? Aynada tuhaf şekiller görünce, “Aaa! Tanrım! Wyern’e koşmam lazım!” mı diyecek?”
Büyücü: ”Ona ben ona musallat olacağım geri zekalı! O anlamda yani.”
Eşkıya: ”Başlangıç için fena değil… İyi de vampire niye gidiyoruz?”
Büyücü: “Kızdan şüpheleniyorum. Eğer kızın ardında bilinmedik bir şeyler varsa ki biliyorsun büyücüler şüphe konusunda her varlığa fark atarlar…”
Eşkıya: “Bilmez miyim? Şatoda gördüğün fareyi sınıftan bir rakibinin casusu sanıp şekil değiştirmeyi deneyip peşine düştüğün bile vaki. Ama bunu normal görebiliriz bu güvenlikle alakalı.”
Büyücü: “İşte bu yüzden kızı araştıracağım. Eğer tesadüfi bir şeyse aşk büyüsü yaparız. Ama olmaya bilir de. Üç metafizik tesadüften sayılamaz…”
Eşkıya: “Bunu daha sakin bir zamanda yapsak? Peşimizden arayanlar olabilir ya durumumuz pek müsait değil hani…”
Büyücü: “Bu iş bu gece bitecek Sansar!”
            Gorour Sandıkçızade’nin şatosunun bulunduğu yokuşu tırmanmaya başladılar.
Eşkıya: “Aga daha hızlı gitsek?”
Büyücü: “Tabanı yarık it gibi koşamam ya! Kramp girdi zaten ayağıma demin. Kısa sürede iki kramp! Kız bana ağır beddua etmiş olmalı...”
Eşkıya: “Vampirin şatosunda gerekli cevapları bulabilecek miyiz peki?”
Büyücü: “Bir vampirin istihbarat ağı muazzamdır. Yani her şeyi çarçabuk ve daha güvenli olarak öğrenebilirler. Denemedim ama söylenen bu. Gerçi elimizdeki vampir pek klasik vampir tipine uymuyor ama en azından deneyeceğiz. Dahası kızla olan alakası da bir ipucu taşıyabilir…”
Eşkıya: “Aga tamam kız sizi değil gulyabaniyi seçti bana da saçma geliyor ama ne bileyim belki biz abartıyoruz. Belki sadece aşk meselesidir.”
Büyücü: “Sıradan bir kadın olsaydı buna inanabilirdim. Ama sorun şu ki o bir asil!”
Eşkıya: “Niye soylular aşık olamaz mı?”
Büyücü: “Hikayelere bakarsan en ateşli aşk maceraları soyluların başından geçmiştir değil mi?”
Eşkıya: “Evet o hikayeleri bilirim. Ben de hanlarda, içki masalarında ozanlardan, meddahlardan çok dinledim. Hatta edepsiz bile sayılabilirler. Meşhur bir hikaye bile var hatta "Ulu Koca adına! Kontes'i Kim Becerdi?"
Büyücü: “Ama gerçekler farklıdır Sansar. Soylular aşık olmak için değil, mallarını ve arazilerini, ayrıca ailenin devamını ve şanını koruyup devam ettirebilmek üzere yetiştirilirler. Vergi toplama, köylü kırbaçlama, arada bir seferlere falan katılma bilirsin işte... Onlar salonlarda ve şatolarda yüzyıllardır oynayan bir oyunun, devamlı bir tiyatronun aktörleri gibidir. Yalnızken bile hayatlarını yaşayamazlar. Yani belki seferler esnasında biraz çapkınlık, ancak asil kadınlar öyle değildi. Okuldan görmüşsündür, kendileri dışında kimseye yanaşmazlar. Prenses Zihniyeti diyorlar, kendilerini öyle görürler. Hoş krallık zamanlarında da öylelerdi ya neyse. Bunlar hep daha güçlü ve daha zengin erkekleri arzularlar. Anladın mı?”
Eşkıya: “O zaman bu kadında bir numara var diyorsun?”
Büyücü: “Şatoya yaklaştık. Bir şeyler varsa bu vampir biliyordur. O da bilmezse başkalarına danışacağız artık. Gece uzun!”
Vampirin koca bir tepenin dikilmiş şatosunun bahçe kapısından içeriye süzüldüler. Şatonun bahçesinden geçerken bahçede gezinen ve yerlerde sürünen bir sürü tuhaflık görüyorlardı ki böylesine varlıkların daha acayiplerini Wyern öğrencilere tahsis edilen mütevazı kulesinin dehlizlerindeki akvaryumlarda ve kafeslerde deney hayvanı olarak besliyordu. Dev kapıların önüne geldiklerinde durarak etrafa bakındılar.
Eşkıya: “Aga şimdi şiir miir okumaya kalkmaz değil mi? Safi işkence... Keşke kulaklıkları alsaydık. Sirenler inatla şarkı söylerken sinirden tepiniyorlardı biz de kahkahadan kırılıyorduk… Öhm… Tamam sustum.”
Büyücü: “Bazen hayat seni boğar öldüm sanırsın, yaşadığını hissetmen için acı çekmen gerekir. Bir tür ilk doğumda vurulan şaplak gibi… Bu işkenceli şiirlere de böyle bak bence…”
Eşkıya: “Edebiyattan anlamam ama onun okuduğu şiir değil. İşkence kesin, sen iblis diline aşinasın, cehennem kapılarında yaygın bir lisan bile olabilir!”
Büyücü: “Bak o konuda haklısın. Bir boyut kapısı açıp iblisi dünyaya getirme ayininde iblise okusan bunu, iblis dünyayı ele geçirmek yerine hatır koyar, geleceği varsa da gelmez. Zaten bir soru sorup gideceğiz kapı önünden hemen.”
Kapıyı çaldılar. Kısa süren bir sessizliğin ardından kulak tırmalayan gıcırtılarla açılan çift kanatlı demirden kapıların arasından Gorour’un kafasını uzattığını gördüler.
Vampir: “Gelirken takip edilmediniz değil mi?”
Büyücü: “Engizisyoncular? Atlattık!”
Vampir: “Olsun, başımız belada! Buraya gelin!”
Wyern ve Sansar ne olduğunu anlayamadan Gorour ikisini de şatonun kapısından içeriye çekerek kapıyı örtüp arkasına kalasla koyup kapıyı sürgüledi.
Eşkıya: (Eline geçirdiği şamdanı vampire doğru sallayarak) “Bize mi halleniyorsun lan!?”
Büyücü: (Şamdanı elinden alır) “Dur bir dur! (Vampire dönerek tek mum ışığıyla aydınlanan salonu gösterip) Bu karartmanın anlamı nedir?”
Vampir: “Siz içinde bulunduğumuz durumun farkında değilsiniz galiba? Bir soylunun şatosunu bastık ve peşimizde engizisyon var!”
Büyücü: “Ne fark eder? Kız bizi ihbar etmemiş sonuçta, olsa benim kule… Şatoma gelirlerdi.”
Vampir: “Sen öyle san. Engizisyon’un casusları vardır. Meşale almadan sadece takip ederek hizmete gönüllü olanlar! Muhtemelen ilk şüphelendikleri kişilerin peşine düşmüşlerdir!”
Büyücü: “Hiç duymamıştım?”
Vampir: “Yeni bir uygulama. Engizisyon çok sert önlemler aldığından kovaladıkları kişiler daha iyi ve daha hızlı kaçmayı öğrendiklerinden dolayı daha etkin yakalama yöntemleri üzerine çalışıyorlar. Mesela Cinler Konseyi’ne bir teklif yapıldı hala görüşülüyor, keskin nişancı cin okçusu alacaklarmış. Kaçanların uzak mesafeden ayağına sıksınlar diye?”
Büyücü: “Sen bunları nereden biliyorsun? Ah! Tabi vampir istihbaratı…”
Vampir: “Bizlerin kendine has zihinsel bir algısı vardır, yani beynimizin içinden çıkan bazı titreşimleri türdeşlerimiz ve kandaşlarımız duyabilir. Biliyorsundur. Kuzenimin söylediğine göre peşimizdelermiş ama kim olduğumuzu bilmiyorlarmış. Taryal hiçbir şey söylememiş.”
Büyücü: “Büyüklük ben de kalsın diye mi düşünmüş acaba?”
Vampir: “Bilmiyorum. Dediğin gibi olsa şikayette bulunmazdı. Bu hiç tanımadığını söylemiş.”
Büyücü: “Acaba sakladığı bir şey mi var?”
Vampir: “Bilmem. Deminden beri şiir yazmaya çalışıp kafamı dağıtmaya uğraşıyordum.”
Eşkıya: “Ne? Biz ufaktan kaçalım, ilham perilerinize ayıp olmasın…”
Vampir: “Sahi siz niye buraya geldiniz? Beyaz Bölge'den kaçma ihtimali için mi? Sakın denemeyin. Kaçmayı ben de düşündüm. Bu kısımdaki limanların sayısı belli, çıkış yapmak ve izin almak oldukça uzun sürüyor.”
Eşkıya: “İyi de şehir konseylerine göre yönetiliyorlar, Güneş Tapınağı karışamaz ki?”
Vampir: “Her limanda bir ufak ribatları vardır, türbe gibi bir şey. Kendi aralarında haberleşirler, güvercin yahut at fark etmez. Yani şimdiye çoktan karışmıştır oraları. Dahası haneye tecavüz vakası kaydedilmiş, Muhafızlar da arıyor. Dahası Konfederasyon artık Güneş Tapınağı’na pek karışamıyor, adamlar neredeyse kendi Muhafızlarını, sivil hakimlerini devşirecekler, biliyorsunuz Güneş Bursları’yla yetiştirilenler…”
Eşkıya: “Bunlarla uğraşana kadar dua mua etseler hayır işlerlerdi…”
Vampir: “Yani liman çıkışı tehlikeli. Ak Hisar'dan dışarıya çıkmak mümkün ama çok tehlikeli. Biliyorsun izin belgesi olmadan surlar dışında gezinirsen madenciler tarafından köle olarak alıkonulabilirsin. Büyük limana da gidemeyiz, oraya da haber gitmiştir. Kalan yerler de ya harabe ya boş, lanetli yerler. O yüzden ortalıktan kaybolmak önemli, bizi tanımıyorlar çünkü bulamazlarsa vazgeçerler.”
Büyücü: “Ben kızdan şüphelendim, onun için geldim buraya. İstihbarat mevzusu… Kızla ilgili bilgi almak için gelmiştim sana.”
Vampir: “Çok abartma bence basit ama hazin bir aşk yarası…”
Büyücü: “Kız bizim eşkâlimizi niye bildirmemiş? Hatta şatosu basıldığı halde niye üstelememiş peki? Hatta bu kadar ölümsüzü birbirine çekmesinin ardında bir acayiplik yok mu? Engizisyon’un bir ajanı olabilir mi?”
Vampir: “Aşırı şüphecisiniz dostum, bu kadar büyütmemelisiniz. Yine de gönlünüzün rahatlaması için söyleyebilirim Taryal Hanım’ın aile bağlantılarının ne engizisyonla ne başkalarıyla bir alakası yok. Okulunu okuyan sıradan bir soylu, pek enteresan bir yönü yok. Ama…”
Büyücü: “Ama?”
Vampir: “Kitap okumayı ve kitaplar üzerine konuşmayı seven birisi. Her aldığı kitabı da gösterirdi, tartışırdık. Bir gün kütüphaneden çıkarken gördüm, bir kitap vardı elinde ve ben görmeden çantasına atmıştı. Ne olduğunu sorduğumda geçiştirmişti, sadece bir kısmını gördüm kitabın. Üzerindeki etikette “Büyü Kitapları” gibisinden bir yazı vardı. İşinize yarar mı bilmem?”
Eşkıya: “Aşk büyüsü falan araştırıyordur ya da kısmet büyüsü. Bizim köyde kızlar hep yaptırırlar öyle şeyler, soylu diye çok farklı hareket edecek değil ya?”
Büyücü: “Benim burnuma yeterince kötü koku gelmeye başladı…”
Vampir: “Büyü yapma niyetindeyse niye peşine düşesin? Kız onu seçti sonuçta, bizimle uğraşmak istediğini sanmıyorum.”
Büyücü: “Şüphe, bir büyücünün olmazsa olmazıdır. İzninizle biz artık gidelim. Yürü Sansar.”
Vampir: “Fazla ayak altında dolanmayın. Meselenin biraz siyasi kısmı da var. Yani sadece Konfederasyon muhafızları değil, federasyonların ve şehir meclislerinin de askerleri işin içine karışabilir. Kız soylulardan biri, engizisyon falan da var. Acımazlar! Yakalanırsanız birbirimizi tanımıyoruz.”
Gorour’a başka söz söyleme fırsatı vermeden şatonun kapı sürgülerini ve kalasları bir el hareketiyle yerinden oynatıp kapıları ardına dek açan Wyern, Sansar ile birlikte dışarı çıktı.
Eşkıya: “Aga bak bu iş gittikçe sakatlaşmaya başladı. Biz de saklanalım mı dağa mı kaçıyoruz ne yapacaksak yapalım. Tırsmaya başladım!”
Büyücü: “Kız şikayetçi olmuyor, sanki iş uzamasın istiyor gibi. Aynı kız bir de büyü kitabı taşıyor? Vampir, büyücü ve gulyabani yakınlaşması?”
Eşkıya: “Aga sana ne? Bize ne? Bu seneden sonra büyücülük okuluna mı girecek, rakip mi olacak sana? Büyü kitabı taşıyorsa bize ne ya?”
Büyücü: “Sezgilerim! Çok kötü şeyler hissediyorum Sansar!”
Eşkıya: “Ya sen kendin demedin mi ben kahin değilim medyum değilim diye. Tut ki kötü niyetli sana bana ne kastı olacak kızın? Kaçıp gidelim, yeniden zindana düşmeye hiç niyetim yok!”
Büyücü: “Bak. Kıza aşk büyüsü yapmayı düşünüyorum demiştim ya. Kız belki karşı koruma büyüsü falan yaptırmıştır. Bunu öğreneceğim. Kızı kendime aşık edince kız beni seçince önce o gulyabaniyi sepetleyecek. Sonra zaten bizi kimse bulamadığından olay kendiliğinden kapanacak. Büyü malzemelerini niye aldım sanıyorsun?”
Eşkıya: “Öyle diyorsan… Şimdi kızın şatosuna mı gidiyoruz tekrar?”
Büyücü: “Hayır. Kütüphaneye. Kayıtlardan hangi kitabı aldığını öğreneceğiz. Muhakkak kopyası vardır, ona göre bir büyü yapacağım. Çünkü uzmanlık alanım değil.”
Eşkıya: “Çarptırmayalım kendimizi?”
Büyücü: “Salak salak konuşma! Bugüne kadar bir şey oldu mu?”
Eşkıya: (Kinayeli) “Ahtapot iblisi babam çağırdı sanki…”
Büyücü: “Ne alakası var geri zekalı! Düş önüme…”
Wyern ile Sansar, yeniden kenar mahallere saparak fakültelerin, okulların kısmında bulunan Kütüphane’ye yürüdüler. Bir ses duyduklarında veya yabancı bir varlık gördüklerinde saklanarak, hızlı adımlarla ilerliyorlarken aralarında tartışmayı sürdürüyorlardı:
Eşkıya: “Ama sen gerçekten sevmiştin bak onu. Sevmesen çekince duymazdın her görüştüğünde. Sahi niye çekinirdin?”
Büyücü: “Eskiden çok düşünür, çok hayal kurardım. Hayallerim bir noktadan sonra hep takılır, ileriye gitmezdi. Hadi birini buldun, tut ki o da seni kabul etti? Ya sonrası? Yoktu. İlerisi yoktu. Hayal edemiyordum. Çoğu kişi göremediği, bilemediği şeyden korkar ya. Ben hayal edemediğim şeylerden korkarım. O kızdan da o yüzden o kadar çekince duydum.”
Eşkıya: “Kız ne yaptı peki? Seni bu hale koyduğu yetmiyormuş gibi başımızı da belaya soktu. Biz de deli gibi olayı kovalıyoruz!”
Büyücü: “Aslında haklısın başımız beladayken bunlara kalkışmamız delilik ama… Her şey benim suçum. Kötülüğü pek beceremiyorum.”
Eşkıya: “Yo… Bence gayet bencil, çıkarcı, hırslı birisin…”
Büyücü: “Teşekkür ederim. O anlamda demedim! Hani derler ya kızlar böyle aykırı, kötü tiplerden hoşlanır. Öyle biri olsam kız gulyabaniyi değil beni seçerdi.”
Eşkıya: “P.ç olsaydım diyorsun yani? O zor zanaat. İçinde olacak önce. Yani kötü olabilirsin ki senin karanlık planların falan da var. Ama p.çlik çok başkadır, emin ol. Bir ortama girince herkesin dikkatini çekmek, hazır cevap olmak, altta kalmamak, sağlam bir mizah anlayışı, karizmatik görünüş ve davranış…”
Büyücü: “Haklısın. Bunlar bende yok. Kadınların elde edemeyeceği bir insan oldum hep. Çünkü beni elde etmek istemezlerdi…”
Eşkıya: “Zaten aksi olsa “karanlıklar efendisi” olmaya niyetlenmezdin, haksız mıyım?”
Büyücü: “Eh. Doğruya doğru.”
Eşkıya: “Ayrıca p.ç olsan o kıza tutulmazdın. Çok güzel biri olup olmaması önemli değil. Kız midesiz! Yapacaksan bir peri kızına falan yap, candır!”
Büyücü: “Mezarlıkta bir gulyabani ile piknik yaptı, ona aşık oldu diye mi midesiz? Yoksa aynı anda bu kadar erkeğe umut verdiği için mi?”
Eşkıya: “Her iki anlamda da…”
Wyern ile Sansar kütüphanenin olduğu kısma geldiklerinde kısmen rahatladılar. Dev çınar ağaçlarının altından kütüphaneye yaklaştılar. Normal şartlarda Wyern’in sahip olduğu ayrıcalık gereği her zaman kütüphaneye girebilmeleri mümkündü ancak şüpheli tiplerin engizisyon casuslarının takibine alınabilme ihtimali olduğundan kütüphanenin arkasına dolaşıp camlardan birinin önüne geldiler. Wyern’in yaptığı basit bir büyü ile pencereyi açıp içeriye tırmandılar. Kör karanlıkta çıt ses çıkarmadan kitap raflarının arasından ağır ağır geçip giriş salonuna doğru ilerlediler. Wyern, girişteki bölmesinde bekleyen kütüphane memurunun üzerine basit bir uyku efsunu yerleştirdikten sonra görevlinin olduğu kısma girip ödünç verilenler listesine baktı. Kızın adının yanında sadece kitabın etiket numarası ve bölümünün numarasının yazdığını gören Wyern şüphelenmişti:
Büyücü: “Kitapların ismi kaydedilir. Ancak burada sadece kitabın etiket numarası ve bölüm numarası yazıyor.”
Eşkıya: “Bu normal mi?”
Büyücü: “Evet normal… Ancak özel izinle alınabilen kitaplarda… Bunlar genelde yasaklı kitaplar olduğundan insanlar merak etmesin, herkes ulaşamasın diye isimleri açıktan yazılmaz.”
Eşkıya: “Yasaklı kitaplar derken? Büyü kitapları mı?”
Büyücü: “Sadece büyü kitapları değil. Her alan için yasaklı kitaplar vardır ayrı bir kısımda tutulurlar.”
Eşkıya: “Büyü kitaplarını anlarım da öteki kısımlarda yasaklanacak ne var?”
Büyücü: “Olmaz mı? Mesela iktisat ve ticaret bölümünün yasaklı kitaplar kısmında ekonomi bozma, düzeltme yöntemleri, siyaset bölümünün olduğu kısımda hükümet yıkma, devlet devirme, imparatorluk kurma, askeriye kısmında ordu yetiştirme, suikast ve adam öldürme gibi bir nice konuyla ilgili yasaklı kitaplar var. Tehlikeli konulardan bahsedenler. Hoş Güneş Tapınağı mensuplarına sorsan onlara göre kendi dinleri hariç her kitap yasaklı kısma alınmalı ya neyse… Bir an önce gidelim!”
Wyern kütüphane defterinin o kısmını kopartıp yanına aldı. Sansar ile kütüphanenin bodrum katına inerek yasaklı bölümün girişine doğru yürüdüler. Önlerinde, birkaç kat demirden yapılma, dev asma kilitli bir kapı ve boynuna asılı bir halkada da anahtarı bulunan kırmızı derili, korkunç görünüşlü, beli kılıçlı, dev yapılı bir ifrit haricinde pek de önemli bir engel olduğu söylenemezdi.
Eşkıya: “İfrit mi o? Uyutacak mısın?”
Büyücü: “Benim uyku efsunum buna işlemez. Daha farklı bir varlık türünden sonuçta. Ama yine de deneyeceğim bir şey var…”
Wyern en iyi bildiği şeyi denemeye karar vermişti. Lanet ve Uğursuzluk… İfrite yoğunlaşarak okkalı bir kem talih büyüsü yollamıştı. Büyü ifritin tenine temas eder etmez dağılmış, tılsım kokusunu alan ifrit ateş kızılı gözlerini açarak olduğu yerden doğrulmuştu. Eşkıya: “Hay senin yapacağın büyüyü…”  diyerek gerisingeri kaçtığı sırada, Wyern sanki yapmak istediği buymuş gibi ifrite ağır bir beddua etmişti. Bu ifritin derisine nüfuz etmekle birlikte elini kolunu sanki zincire vurulmuş gibi hareketsiz kılıp sırt üstü devirmeye yetmişti. İfrit doğru dürüst uyanıp karanlığın içinden kendine saldıranları göremeden hareketsiz kalmıştı. Eşkıya: “Ama senin bedduan sağlam hacı…” diyerek döndüğünde, Wyern ifritin boynundan koca anahtarı çıkarıp yasaklı kitapların olduğu kısmı açmışlardı.
Uzunca bir koridor, sağlı sollu koridorlar ve üzerlerinde bölüm adları yazan levhalar ile oldukça girift bir görünüm arz etmekteydi. Duvardaki meşalelerden iki tanesi alarak “Yasaklanmış Büyü Kitapları” bölümüne girdiler. Kimi duvara zincirli, kimi metal kafeste muhafaza edilen, kimi kan kokulu, kimi çığlık atan çeşit çeşit ciltte ve görünüşte büyü kitaplarının numaralarına baka baka ilerliyorlardı. Dahası Wyern okuyor, Sansar ise çeşitli Akdiyar küfürlerini sıralayarak şaşırıyordu. En sonunda tüm rafları gezip, bölümün en sonundaki bir başka koridor girişinin önüne geldiklerinde Wyern’in yüzü korkunç bir şey görmüş gibi sararmıştı.
Eşkıya: “Aga ne oldu?”
Büyücü: “Kitap bu bölümde değil.”
Eşkıya: “Numarayı yanlış mı yazmışlar?”
Büyücü: “Öyle değil. Kitap “Dokunulması ve Bahsedilmesi Yasak Kitaplar” kısmına ait.”
Eşkıya: “O nasıl bir şey o?”
Büyücü: “Yasaklı kitaplar var. Ama bununla birlikte dışarıya çıkarılmasını bırak, sırf kimse dokunmasın, ellemesin, korunsun diye kapatılan kitaplar var. Bu ise diğer kısımlara ait değil. Sadece yasak büyü kitaplarına ait ayrı bir kısım yani sadece büyü kitapları için yapılan bir uygulama.”
Eşkıya: “Kız nasıl kitap çıkarmış ya buradan?”
Büyücü: “Soylu işte! Babasının nüfuzunu kullanmış olmalı.”
Eşkıya: “Sen böyle sararıp solmazsın kolay kolay? Bu kitapların içeriği ne ki?”
Büyücü: “Kız tahminlerimin ötesinde şeylerle uğraşıyor olabilir. Buradaki kitapları kullanmaya kimse cesaret edemez! Tarihin karanlıklarına gömülen karanlık lordların, büyücülerin toplamından daha acayip şeyler barındırır! Bir kere bahsedilir ve sonra konu kapatılır, üzerine konuşulmaz bile!”
Eşkıya: “Aga gel yol yakından vazgeçelim. Bak böyle bir kitabı çıkartmış, biri büyü yapar biri kanımı emer diye korkmadan sizi birbirinize düşürmüş… Kadın kısmından korkacaksın! Hele böylesini gördün mü kıta değiştirsen yeridir! Başka kız mı yok ya? ”
Büyücü: “Hangi kitabı aldığını öğrenmem lazım. Dengesiz birileri eline geçirmek de istiyor olabilir!”
Eşkıya: “Akdiyar’ın canına okumak için? Bize ne arkadaş muhafız mıyız asker miyiz bize ne ya?”
Büyücü: “İyilik ve dünyayı kurtarmak elbette yaşam amacım değil ama üzerinde bulunduğumuz dünya tehlike altında olabilir. Kellemizin selameti açısından kızın ne yaptığını bulmamız lazım!”
Koridora girip, koridorun sonundaki merdivenlerden aşağıya inerek kapısı bir mağara ağzına denk gelmişlerdi:
Eşkıya: “Burada niye kapı yok?”
Büyücü: “Bekçisi var buranın, ondan kapıya gerek duymamışlar.”
Eşkıya: “O nasıl bekçi ki kapı koymamışlar?”
Büyücü: “Yanlış hatırlamıyorsam epeyce yaşlı bir ejderha…”
Eşkıya: (Duraksar) “Ejderha mı?” (Küfreder gibi bakar büyücüye) “Senin yapacağının da büyücüsünün de… Ben canımı sokakta bulmadım, gidiyorum ben!”
Büyücü: “Hay ben senin olmayan mantığını! Geri zekalı! Niye korkuyorsun?”
Eşkıya: “Senin kafan mı iyi? Ejderhanın tekinin mağarasına elimizi kolumuz sallayarak girmeye ramak kalmış, neyine korkmayayım lan? Mantıkla ne alakası var?”
Büyücü: “Buradan kitap çıkarmak yasaktır, büyücülük fakültesinin başmüdürü haricinde kimse giremez! Eğer kız buradan kitap çıkarabilmişse bir şekilde ejderhayı kimsenin haberi olmadan alt etmiş olmalı.”
Eşkıya: “Daha kötü ya! Ejderhayı tepeleyen kız bize ne yapmaz? Bulaşmayalım aga!”
Wyern sinirle söylenerek mağaradan içeriye girdi. İleride bir galerinin içinde her biri ufak kafesler içinde bekleyen yüze yakın “gerçekten yasaklanmış” kitaplar bulunmaktaydı ki her birinin önündeki pirinç levhalarda uzun uzun kitapların isimleri, yol açtıkları felaketler ve neden yasaklandığı yazmaktaydı. Etrafına biraz bakındıktan sonra bir köşeye kıvrılıp uyumakta olan devasa ejderhayı görerek istemeden de olsa ürperdi. Meşalenin ve duvardaki kandillerin ışığında yeşil pulları ve koca kanatları parıldayan, kocaman kafası ve koca sakallarının arasından hırıltıyla nefes alan, her pençesi değme mızraklara denk ejderhanın tam önünde, yerde bir kağıt parçasının durduğunu görmüştü. Kağıt parçasını usulca alıp okuduktan sonra yine sararmış bir halde eşkıyanın yanına dönmüştü:
Eşkıya: “Ejderha iyi mi? Bu nasıl soru ya? Her neyse ejderha nasıl?”
Büyücü: “Kız her şeyi ayarlamış. Bu elimde gördüğün kağıt bizzat başmüdürden alınma bir izin kağıdı. Ejderha bir süre uyusun, gelene gidene karışmasın diye imzalanmış resmen!”
Eşkıya: “Sizin başmüdürlükte ne pis rüşvet dönüyormuş aga? Anlamamışlar mıdır?”
Büyücü: “Rüşvet gayet iyiydi demek ki. Ayrıca basit bir soylu kızının büyü kitaplarını bir süreliğine alsa bile kullanamayacağı gibisinden “gerzek derecede iyimser” bir bahaneye sığınmış olabilirler.”
Eşkıya: “Bu kız buna nasıl cesaret etti diyeceğim ama abes kaçacak…”
Büyücü: “Aldığı kitabı öğrenelim, ona göre el atarız meseleye.”
Eşkıya: “Aga bu bizi aşar. Muhafızlara falan söylemek lazım?”
Büyücü: “Başmüdür rüşvet ortaya çıkmasın diye hayatta konuşmaz! Hatta kütüphane görevlilerinin uyutulmasından ve yasaklı kısma girmemizden ötürü bizi sorumlu tutar. Kız zaten soylu, hükümet kanadından umudunu kes. Geriye yegane otorite Güneş Rahipleri kalıyor, onlar da zaten “İftiracı zındık!” diyerek konuşmamıza fırsat vermeden yakarlar. Ancak! Kızı durdurmayı başarıp kitabı geri getirirsek olay kendiliğinden kapanır. Engizisyoncular’ı nasıl atlatırız bilemem ama. Eşkalimizi bilmedikleri sürece sorun yok!”
Eşkıya: “Dünyayı kurtarmaya çalıştığımızın farkında mısın?”
Büyücü: “Hem dünyayı, hem de aşkımı. Benim romantizmim saplantı üzerine kurulu.”
Eşkıya: “Oldukça tuhaf bir romantizm anlayışın var…”
Büyücü: “Hayatım boyunca hiçbir işim, iyi bir büyücü olmama rağmen rast gitmedi zaten. Sayılı iyi büyücüden biriyim ama umutsuz vakayım. Bu iş kala kala bana kaldı. Kör talih canımı alana dek, gelişine yaşamak lazım!”
Wyern, kitapların muhafaza edildiği kafeslerin üzerindeki numaralara baka baka gezinmeye başladı. Boş bir kafesin önünde durduğunda önce neredeyse korkudan dizleri üzerine düşecekti. Sansar yanına giderek Wyern’in kalkmasına yardımcı oldu.
Büyücü: “Biz öldük Sansar! Mahvolduk biz!”
Eşkıya: “Ne oldu ki?”
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder